İyi okumalar!
Day6-Love Me or Leave Me
Yirmi yıllık hayatımın "Bekarlık sultanlıktır" mottosunu alt üst eden adamı size tanıtmak istiyorum: Min Yoongi. Benden üç yaş büyük olan ama hiçbir büyüğümün yanında hissetmediğim rahatlığı o zamanlar bile hissedebildiğim kişi. Nasıl tanıştığımızı merak ediyorsanız bekleyin, sırayla anlatacağım.
Tanışmamız biraz farklıydı. Üstünkörü bir başlangıç yapmam gerekirse; üniversite için Seul'e giden bir Busan genciydim ve her yaz dönem bitiminde Busan'a geri dönüyordum. Lisede kaçak olarak birkaç kere arkadaşlarla kaçtığımız kafe barda reşit olduktan sonra tatil için her Busan'a döndüğümde çalışıyordum. Çalışmak dediğim de gündüzleri kafe kısmında canlı müzik söylerdim geceleri ise bar kısmında takılırdım. Dj konsolunun arkasında olurdu genelde bu takılmam ama. İnsanları eğlendirmeyi severdim kısacası.
Aslında çalışmaya ihtiyacım yoktu. Aylarca üniversite derslerine çalıştıktan sonra tatil için evime döndüğümde yatmam daha mantıklıydı ama ben bunları zaten iş olarak görmüyordum. Şarkı söylemeyi hep çok sevmiştim ve hem eğlenirken hem de para kazanmak gayet mantıklı bir şeydi.
Liseyi bitirdiğim yaz dahil üç yazım böyle geçmişken üniversitenin üçüncü yılında bir dersten bütünlemeye kalmam ve bu yüzden de Busan'a birkaç hafta geç dönmem ile her şey başlamıştı. Bundan sonrasını ayrıntısıyla anlatacağım, o yüzden lütfen iyi okuyun. Bu Jeon Jungkook'un yaz ilk ve son aşkıyla tanışma ve aşık olma hikayesi.
*
Yalnızca yedi puanla bütünlemeye kaldığım derse köpek gibi çalışıp bu sefer 90'la geçmemin ardından zaman kaybetmeden direkt Busan'a dönmüştüm. Annem yine her zamanki gibi beni karşılayıp sevdiğim yemekleri yapmıştı ve o günü ailemle geçirmiştim. Ertesi gün ise her zamanki gibi kafeye gitmiştim. Burada çalışmayı seviyordum. Sabahtan akşama kadar dikilip şarkı söylemiyordum tabii ve bu yüzden zaten çalışıyor bile sayılmazdım. Benimkisi arkadaşlarla geçirdiğim güzel zamanlardı işte. Zaten kafenin sahibi de arkadaşımdı.
Kafeye girdiğimde direkt tezgahın arkasında olan Mingyu'ya doğru ilerledim, o da tezgahın arkasından çıkıp bana doğru geldi ve sıkıca sarıldık.
"Özlettin lan kendini." Geri çekilirken söylediği şeye göz devirmeden edemedim.
"Alt tarafı üç hafta daha geç geldim Mingyu."
"On aydır görüşmüyoruz, bilmem farkında mısın?"
"Son üç yılımız böyle geçiyor, bilmem farkında mısın?"
Boş konuşmamızı daha fazla uzatmayıp her zamanki masamız boş olduğu içi oraya oturduk. "Gyeom nerede?" diye sordum oturur oturmaz.
"Gelir birazdan. Hayır üç hafta önce ayrıldınız birbirinizden zaten, hemen onu sor. Bana nasıl olduğumu bile sormadın." Anlaşıldı, Mingyu bugün şımarmıştı ve onu çekmek zorundaydım.
"Sürekli görüntülü konuşuyorduk Gyu."
Mingyu tam cevap verecekken içeri girdiğini fark etmediğimiz bahsi geçen arkadaşımız pat diye boş sandalyeye oturup "Her geldiğimizde bizi sorguya çekmekten ne zaman vazgeçersin Kim Mingyu?" dedi. Bu ikisi birbirlerine laf atmaya bayılırlardı bu arada ama ben onların bu atışmalarından hiç zevk almazdım çünkü çocukluğumdan beri maruz kalıyordum maalesef ki.
"Geldi yine tipine tükürdüğüm. Keşke sen de Kook'la birlikte kalsaydın, niye erkenden geldin ki?"
"Üç haftadır peşimde pervane oluyordu, şimdi sattı hemen seni görünce. Puşt herif."