bundan böyle denizler alsın koynuna seni

773 87 229
                                    

Uyarı: İntihar içeriklidir.

İyi okumalar!

Can Ozan-Deniz Kabuğu

''Kimse kendinden bir yere gitmiyor

Yaşıyoruz sessizce yaramızı severek.''

-Şükrü Erbaş

1980 yılının Temmuz ayıydı, daha yirmi üç yaşındayım. Güneş alnımın ortasında, havale geçirmeme şuncacık kalmış. Yine de keyifliyim, neden olmayayım ki? Henüz boyumu aşan bir derdim de yoktu, bir gülüp bir ağlayarak geçiyordu günlerimiz. Korkularımız da vardı hem. Korkusu varsa yaşıyordur bir insan, aksi taktirde nefes alsa da almasa da fark etmez.

O temmuz ayının hayatımı değiştireceğini bilemezdim. O temmuz ayının bundan sonra hep kalbimde bir iz olarak kendini hatırlatacağını bilemezdim. Bilsem böyle olmasına izin verir miydim hiç? Vermezdim, yemin ederim ki vermezdim.

Gangneung sahili normal halinden daha bir durgun, daha bir uysal. Ben de öyleyim. Denizle iç içe yaşayanlar bilir, ruh haliniz kıyıya vuran dalgalara göre değişir. Hayatınızın kıyısı nereye bakıyorsa siz de o yöne kurarsınız benliğinizi. Yine bu sahilde babamın bir restoranı var balık üzerine, gerçekten de hemen sahilin kıyısında, ayaklarınız kumlanıyor yemek yerken. Ondan her sabah gün doğmasına yakın balık tutmaya gider, beni de yanında sürükler. Bizim oraların suları bereketlidir, hiçbir olta boş çıkmaz benimki hariç. Ben kıymam balıklara, kıyamam. Çocukken ilk tutuğum balığı derhal denize geri attığımdan beri her şafakta babamın balık tutmasını izlerim içim yana yana. O da gelmem için ısrar eder, ölüme alışmalıymışım.

İnsan ölüme nasıl alışır? Diyemiyorum ona.

Ölüm alışılan bir şey mi? Diyeyse hiç soramıyorum zaten..

Bu eziyete daha fazla dayanamadığımdan başka bir işe girmiştim o yaz. Çok uzakta değil, yine babamın dizinin dibinde, sahilin plaj kısmında cankurtaran olmuştum. Sabahları yine restoranımızı ben açıyor, babam gelince işe gidiyordum. Aynı şekilde akşamları da ben kapıyordum. Pek bir şey değişmemişti yani, sadece babamın ölümden bahsedişini daha az işitiyor, ölüme daha az şahit oluyordum. Şimdiye kadar boğulan birini görmemiştim, hem olsa da kurtarırdık, öyle değil mi? Gücümüz yeterdi denize, babamıza yetmezdi ama denize yeterdi.

"Ne diye geldin sabahın körü?"

Restorana benden evvel gelip dikilen dikilen Jimin'i fırçaladım. Ayak altında birilerinin olmasına kıl olurdum. ''Canım öyle istedi,'' dedi omuz silkip. Jimin hakkında en sevdiğim şeyle, en sevmediğim şey aynıydı: Gevşek herifin teki oluşu. Onun yanında düşünmek zorunda değildim. Yaptıklarınızın sonucunu düşünmemek kadar güzel bir şey yoktur şu hayatta.

Ahşap kapıyı açıp geçmesine müsaade ettim ardından da ben girdim içeri. Ayakkabılarımız tahta zeminde ses yaptı. Bar tezgahına geçip ona da bir kurulama bezi fırlattım. "Madem geldin bir işe yara."

Jimin güldü, "Çalışırken seni izlememi sevmiyorsun, utanıyorsun çünkü," dedi. Haklıydı o yüzden cevap vermedim, onun yerine konuyu değiştirdim. "Namjoon nerede?" diye sordum, "Gelirken görmedin mi onu?"

Yeniden omuz silkti. "Nereden bileyim Yoongi hyung? Bekçisi miyim ben onun, niye bana soruyorsun?"

Aralarının bozuk olduğunu da, Jimin'in kırgın olduğunu da unutmuşum. Şu genç yaşta kafa mı bırakmışlardı ki ben de? "Hala konuşmuyor musunuz?" dedim laf olsun diye yoksa merak ettiğim falan yoktu. Her hafta kavga ediyorlardı zaten, bıkmıştım artık.

Bundan Böyle Denizler Alsın Koynuna SeniHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin