"'İsmimden nefret ediyorum' diye yazmıştım günlüğüme. Haklı mıydım bilmiyordum ama annemle babam bile bana ismimle hitap etmiyorsa; ben kendi ismimden bile korkacak vaziyetteydim. Babam sadece çok sinir olduğunda bastıra bastıra söylerdi ismimi."
"Bu arada Nisan Aksoy ben. Şuan okuluma gitmek üzere her gün bindiğim 5 numaralı otobüsteyim. Elimde yeni aldığım siyah günlüğüme bakarken eski lacivert günlüğüme veda bakışları atmayı da ihmal etmiyorum"
Yanıma doğru uygulanan baskıyla kafamı ters yöne çevirdim ve pencere kenarına biraz daha yaklaştım. Şu otobüslere tekli koltuk koymalılardı artık.
Otobüs binaların arasından sıyrılmış durakta durduğunda yüzüme garip bir gülümseme indi. Merve'nin kart basmasıyla çıkan "öğrenci" sesiyle birlikte yanımdaki adamı dürttüm "Pardon ben arkadaşıma yer tutuyordum da acaba karşı koltuğa geçebilir misiniz?" Orta yaşlarda görünen adam yüzümü 5 saniye inceledikten sonra karşı koltuğa geçti.
Merve sessizce yanıma oturdu ve rahat bir hâl aldıktan sonra konuştu "Kâküllerin güzel olmuş lan" sesi durgundu. Biraz çatlak çıkmıştı, soracağım sorulardan korkuyor olmalıydı. "Sormayacak mısın?" dedi. Sormak istiyordum ama vereceği cevabı biliyordum. "Sence o da beğenir mi?" dedim kısık sesle. Okulun ilk günüydü ve ben şimdiden 10. sınıfa 5-0 yenik başlamıştım. "Umarım" dedi Merve. "Ama emin ol ben bir erkek olsaydım seni arzulardım." Tüm ciddiliğimiz bu cümleyle sona ermişti. Kahkahalarla gülüyorduk. Merve zaten ne kadar ciddi kalabilirdi ki. "Seni özlemişim." dedim yanağından öptükten sonra. "Bende seni demek isterdim ama malesef tatlım ufacık bile özlemedim."
- - -
Özlemiş miydim ben? Bilmiyordum, emin değildim belki de. 3 aydır haber almıyordum ondan. Haber almak istemiyordum. Arada telefonumdaki resimlerine bakıyordum sadece. Galiba o da unutmamak içindi. "Merve" dedim kısık sesle, sadece kendimin duyabileceği bir ses tonunda söylediğimi hissettiğimde tekrarladım "Merve, ben istemiyorum bu okulu, tekrar onun beni defalarca terslemesine dayanamam ben. Gitmek istiyorum." Gözlerim yumdum. Zihnimde 0'nun kalın ama beni kendine aşık eden sesi yankılanıyordu:
"Çirkinsin lan sen, neyini seveyim kızım senin! Güldüğünde ayrı, ağladığında ayrı çirkinsin sen! Anlamıyor musun siktir git lan, onca derdinin arasında senin aşkını mı çekeceğim ben?"
O gün canlandı bir an kafamda, kalbim sızladı. Normaldi de çünkü kendime çok küfür etmiştim o beş gün içerisinde. Resmen ona ilan-ı aşk edecekken bana "çirkin" olduğumu haykırmıştı. Bunu yaptığında o kadar çok nefret etmiştim ki ondan. Şimdi diyorum ki keşke nefret etmeseymişim her gün, her saat, her saniye. Çünkü nefret ettikçe bağlandığımı fark etmem geç olmuştu. Bunu fark ettiğimde başladı "keşke"lerim. Keşke yapmasaydım, keşke görmeseydim, keşke vazgeçmeseydim, keşke, keşke, keşke.
Berke Yalçıner. O kadar çok küçük düşürülmüştüm ki onun tarafından. Bir bakışıyla bile ezilebiliyordum. Ben ondan önce kendimi o kadar güçlü hissederken onu ilk gördüğümden beri bir pire kadar savunmasızdım. Sanki her göz göze geldiğimizde ruhumu emiyordu. Aslında sesini duyduğumda bile ruhumdan bir parça kopuyordu. Her şeyiyle, aynı bir ruh emici gibi emiyordu ruhumu, yok oluyordum sanki.
Kıvırcık, koyu kahverengi saçları ve elaya kaçan yeşil gözleri vardı. Geçen sene müdür yardımcısının zoruyla saçlarını kestirdiğinde o kadar çok beğenmiştim ki. Keşke onu öyle tanısaydım. Çözemediğim bir fiziği vardı bir de. Ne çok zayıftı ne de çok şişman veya kaslıydı. Her yanını, ona hiç dokunmamama rağmen, ezbere biliyordum. Dudakları inceydi mesela saçlarıyla uğraşmayı da çok seviyordu. Yüzünde fazla sivilcesi yoktu. Boyu uzundu bu da normal kilosuna göre zayıf görünmesine sebep oluyordu. Acaba değişmiş miydi? Sonuçta artık 18 yaşındaydı ve ben onu 3 aydır görmüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEŞ
أدب المراهقين"Nefesimi tutup BEŞ'e kadar saysam. Biter mi?" "Bitsin istiyor musun?" "Lisenin bitmesini istiyorum ama sen hiç bitme istiyorum." "O zaman sayma." "Sayacağım ama son birşey söylemek istiyorum." "Söyle güzel seslim." "Hani ismimi söylemeni sevmiyordu...