Yoongi gideli 2 saat olmuştu. Taehyung odada yatarken ben de öylesine oturuyordum. Canım çok sıkılmıştı. Ne yapsam diye düşünürken kapı çalmıştı. Beşik öğlene doğru gelecekti. Bu başka biri olmalıydı.
"Seokjin hyung?" Onu görünce yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. "Gel hadi." Poşetten güzel kokular burnuma ulaşınca dudaklarımı yalamıştım. Gözlerimi poşetten ayıramadığımı anlayınca da gülerek poşetin içinden poğaça çıkarıp bana uzattı. "Teşekkür ederim."
Poğaçadan büyük bir ısırık almıştım. "Neden bana gelmiyorsun?" Dedi. "Gelmeyi gerçekten çok isterim hyung ama okula gidip geliyorsun. Seni rahatsız etmek istemiyorum bu yüzden." Dudakları aralandığı sırada arkamdan gelen tıkırtılara kaldırdı bakışlarını. Şaşkın ifadesi kaş çatması ile son buldu. Evet şu an Taehyung ile bakışıyorlardı.
"Şey Hoseok ben su alacaktım. Bana bıraktığın bardakta su bitmiş." Topallıyordu ve yüzündeki yaralar yeni yeni kabuk bağlıyordu. "Tamam al." Seokjin hyung hafifçe kolumu sıktığında ona döndüm. "Bunun burada ne işi var?" Dedi sessizce.
"Dur cevap verme. Yoongi öldü ve Taehyung ile mi evlendin sen?" Ciddi miydi? Göz devirdim sadece. "Saçmalama Seokjin hyung." Poğaça bitmişti ve ben hala doymamıştım. Bir tane daha yiyebilirdim sanırım. "Ne oldu o zaman?"
"Taehyung zor durumdaydı ve biz de yardım ediyoruz. Bu kadar yani. Başka hiçbir şey yok." Kaşının tekini kaldırdı. "Nasıl bu hale gelebildi ki?" Dedi. "Bilmiyorum. Onu bulduğumda bayındı." Düşünsem de bir sonuca varamıyordum. Taehyung'un bu hale gelmesi bana çok tuhaf geliyordu. Ne olmuş olabilirdi? Bunu kim yapmıştı? Neden yapmıştı? Bir cevap bulamıyordum.
"Bu bir oyun olabilir mi?" Diye mırıldandı. "Sanmıyorum hyung. Taehyung böyle bir şeye kalkışmaz." İkinci poğaçayı da bitirdiğimi görünce "Hepsini ye. Zaten size aldım bunları." Dedi. Çok yiyordum ve bunun da farkındaydım. Doktor kilomun iyi olduğunu söylese de için hiç rahat etmiyordu. "Acıkırsan bana söyle. Evde her şey var."
"Tamam söylerim." Söylemeyeceğini bildiğim için kalkarak mutfağa ilerledim. Sürekli gelemiyordu. Bunun içinde onu güzelce ağırlamalıydım. "Hoseok benim için kendini yormana gerek yok. Bak gerçekten canım bir şey çekmiyor. Aç değilim." Çayı ocağa koyup dün yaptığım kurabiyelerden tabağa koydum.
"Olsun canım. Yine de hazırlayayım." Seokjin hyung mutfağın kenarında duran sehpalardan 2 tane alarak içeri ilerledi. Sonra da tabakları aldı ve en son da ben tepsiyi hazırlayarak geçtim yanına.
"Sana bir şey söyleyeceğim." Utanarak gülümsedi. "Dinliyorum Seokjin hyung." Dediğimde yutkundu. "Ben biriyle tanıştım ve sanırım hayatımın geri kalanını onunla geçireceğim." Şaşırmıştım. Daha önce Seokjin hyung okulunu bitirmeden bu işlere girişmek istemediğini söylemişti. Galiba bu kişi onu büyülemişti.
"Okuldan biri mi?" Başını aşağı yukarı salladı. "Adı ne?" Diye sordum. "Biraz yakınlaşalım öyle anlatırım. Daha çok erken." Ama meraklandırıp anlatmaması beni ve bebeğimi üzmüştü! "Peki."
"Sen kaç aylık hamilesin?" Tamam konuyu değiştir hyung. Tamam. "Altıncı aya yaklaşıyoruz yavaş yavaş." Cidden doğuma çok az kalmıştı. Birçok duyguyu aynı an da yaşıyordum. Hem korkuyor hem de heyecanlanıyordum. Biraz da merak ediyordum bebeğimizin kime benzeyeceğini. Umarım doğumum da iyi geçerdi.
"3 ay kalmış." Dedi. Evet o kadar kalmıştı. "Mahalle de hala dedikodular dolanıyor mu?" Bence hamile olduğumu duyan herkes susup kalmıştır öyle. "Bildiğim kadarıyla dolanmıyor. Herkes kendi halinde." Keşke en azından özür dileseler. Neyse önemli değildi. Hatalarını anlamışlarsa başka bir şey istemiyordum.