Beş yaşından beri, geceleri uyumadan önce o günü düşünüp ağlamadığım günler, benim için iyi günler.
İyi gün yok, hiç olmadı ki.
**
Nisan, 2000
Babam gözlerimi kapatmamı söylüyor. Gülerek kaatıyorum. Saf bir gülüş benimki, arkasındaki tek duygu mutluluk olan. "Bu senin sahnen." diyor. Anlamıyorum. Boş gözlerle baktığımı görünce geçiştiriyor, bana sıkıca sarılıyor. Ne olduğunu soruyorum. Zorluklarla karşılaştığımda burdahayal kurmam gerektiğini söylüyor. Saçmaladığını düşünüyorum, hayaller gerçek değil ki. Muhtemelen dalga geçiyor. Umursamıyorum ve anlamış gibi yaparakçocukça ciddileşiyorum fakat ciddi olmadığımı kanıtlamak istercesine beni gıdıklamaya başlıyor. Ona durmasını söylemek istiyorum ama yapamıyorum, onun yerine sadece gülüyor ve çırpınıyorum. Bir süre sonra gıdıklamayı kesiyor. Nefes nefese kalmışım, hala gülüyorum. Bahçeye çıkmak isteyip istemediğimi soruyor. Karşı komşunun köpeğinden korktuğumu saklamaya çalışarak aceleyle hayır diyorum. Gülmeye başlıyor ve aklımı okumuşçasına köpeğin bağlı olduğunu hatırlatıyor. Tamam, diyorum ve ayağa kalkıyorum. O da ayağa kalkıyor ve beni omzuna çıkarıyor. Kapıya doğru yürümeye başlıyor, düşmekten korkarak ona sımsıkı tutunuyorum. Az önce beni gıdıklayan elleri kapı koluna uzanırken kapı aniden açılıyor ve annem odaya dalıyor. Nefes nefese kalmış ve oldukça endişeli görünüyor, gözlerinde daha önce görmediğim bir ifade var. Küçük kardeşimi görüp görmediğimizi soruyor, evde yokmuş. Babam da endişeleniyor ve anneme "Mektup mu?" diyor. Annem evet anlamında başını sallıyor ve babam ani bir hareketle beni omzundan indiriyor. Ne olduğunu sorduğumda bana aynı endişeli ifadeyle bakıyor ve sorumu geçiştiriyor. Babam odadan aceleyle çıkarken "Hazırlanın, ben Öykü'yü tekrar arayacağım." diyor. Hiçbir şey anlamıyorum ve bir açıklama istermiş gibi anneme bakıyorum. O ise gözlerindeki korkuyu saklamaya çalışarak bana bakıp dudağını ısırmakla yetiniyor.
Annem elimi sıkıca kavrıyor ve beni odadan çıkarıyor, hızla çalışma odasına gidiyoruz. Elimi bırakıyor ve masaya yöneliyor, çekmeceleri karıştırıp kağıtlar alıyor ve onun peşinden ayrılmamam konusunda bir şeyler söylüyor. Ürkekçe anneme bakıyorum, neler oluyor?
Annem odadan çıkıyor ve yatak odasına yöneliyor, koşarak onun peşinden gidiyorum. Elindeki tüm o kağıtları ve dosyaları yatağın üstüne fırlatıyor ve giysi dolabına yöneliyor. İhtiyacımız olan birkaç şeyi de yatağın üstüne fırlatıyor ve eline geçen ilk çantaya bunları doldurmaya başlıyor. En son fermuarları kapatmaya çalışıyor ama fermuarlar bozulmuş, çantayı tekrar yatağın üstüne boşaltıyor ve dolabın kapaklerını açıp eğilerek yeni bir çanta aramaya koyuluyor.
Küçük bedenim ne olduğunu bilmediğim duygularla sarsılıyor, ağladığımı ancak alt kattan gelen ani bir gürültüyle fark ediyorum. Annem ufak bir çığlık atıyor ve çok sessiz olmam gerektiğini belirten bir işaret yapıyor. Göz yaşıyla dolmuş gözlerimle anneme bakıyorum, dolaptan benim çantamı çıkarıyor. Hani şu peluş hayvana benzeyen ama aslında gizli bölmesi olan çocuk çantalarından. Elindeki tüm kağıtları aceleyle onun içine yerleştirdikten sonra bunu asla kaybetmememi ve ancak büyüyünce içine bakabileceğimi söylüyor, çantayı elime tutuşturuyor.
Korkuyorum ve ağlamaya başlıyorum, kapının önünde birileri var.
Kapının kolu yavaşça dönerken annem beni yavaşça kendisine doğru çekiyor, elleri buz gibi olmuş.
**
Belki de saatlerce işkence gören annemin bedeni son nefesini ağlayarak veriyor ve yere yığılıyor.
Babamın hapse girdiğini söylüyorlar.
Kardeşimi bir daha hiç görmüyorum.
Benim adım Derin ve bunlar yaşandığında beş yaşındaydım, şimdi on dokuz yaşındayım ve o ayıcığın içindeki tüm sırlarla yüzleşmeye hazırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHNE (#Wattys2015)
Teen FictionDoğru sandıklarımız aslında bir yalan, ve yanlış bildiklerimiz aslında gerçeğin ta kendisiydi. O kadar çok hayal kurmuştuk ki, gerçeğin ne olduğunu ayırt edemiyorduk. "Artık hayal kurmuyorum, yıkılmaları canımı yakıyor." Bu bir masal değil, bir den...