Aklımın çocukluğumla ilgili hatırladığı en net anı, belki de bu bilinmezliğe doğru açılan ilk kapı. Yan yana dizilmiş kimisi benden uzun kimisi ise benden kısa olan çocuklarla dolu, beyaz ışıklı soğuk geniş bir oda. Herkesin bileğinde metal bir bileklik. Nereden geldik, neden böyle dizildik, niçin ve neyi bekliyoruz her şey o an için muammaydı. Mermerin soğukluğunu çıplak olan ayaklarımla hissediyor ve şiddetli bir karın ağrısı çektiğimi hatırlıyorum. Ağrıyı dayanılmaz yapan şeyse mermerin soğukluğu değil, bilinmezliğin kendisi ve yüzümüze tutulan ışığın parlaklığıydı.
Karşımızda uzun boylu, saçları yeni yeni ağarmaya başlamış, uçları botlarının hizasına kadar gelen krem rengi palto giymiş biri vardı. Yaşlı değildi ama gençte sayılmazdı. Yüzünde ufak bir tebessümle kaşlarını çatmış bir biçimde gözlerini bize dikti. Gururlu surat ifadesinden bir anda ciddi hâle geçti. Sesi bu büyük geniş odada yankılandı. Bazı renkler söyledi. Kırmızı, sarı, yeşil...
Söylediği renklerin hiçbirinde içimde en ufak bir kıpırtı olmadı çünkü aslında ben bu renklerin ne anlama geldiğini çoktan öğrenmiştim. Öğrenmek zorunda kalmıştım. Sonunda o kelimeyi duydum. Söylediği renk, bir mermi gibi beynime saplandı. Adeta kontrol onun eline geçmişti. Vücudum istemsizce öne doğru atıldı.
"Siyah!"
O benim! Benim adım buydu. Ben Siyah'dım. Bildim bileli ne bir ismim vardı ne de bir geçmişim. Ben bir hiçtim. O gün, o odada, o ana kadar varlığını unuttuğum bir şey vardı. Kolumu bir kelepçe gibi sıkan ve beni asla bırakmayacak gibi duran metal bir bileklik. Odanın mermerinden daha soğuk olan bu metal parçası siyah renkle boyanmıştı. İsmimi belirleyen belki de oydu. Her çocuk bir renk ismine ve o renge ait bir bileklik takmaktaydı.
Sonraki anılar ya çok hızlı gözümün önünden geçiyor ya da çok yavaş. Bazısı bozuk bir plak gibi yerinde sürekli sayarken bazısı ise sanki eski bir televizyondan bana izletiliyordu. Geçmişim yoktu ama geleceğimi biliyordum. Artık ne olduğumu anlıyordum. Ne olduğunu anlamadığım bir kabusun içindeyim, neden korktuğumu bilmiyorum ama kesin bildiğim ve geceleri bana asla huzur vermeyen bir acı vardı. Elektrik vücudum her uzvuna her zerresine ayrı bir acı veriyordu. O gözleri görüyordum. Beni "Siyah !" diye çağıran o sözleri duyuyordum. Ondan çok korkuyordum. Ne olduğunu kim olduğunu bu yersiz anının bu yersiz korkunun gerçekte ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyordum.
Gözlerimi açtığımda saat gecenin üçüydü. Yatağın ucunda duran dijital saatin kırmızı ışığı karanlık odaya biraz da olsa yaşam belirtisi veriyordu. Dışardaki sokak lambalarının ışıkları perdelerin arasından kendilerine yer bularak içeri dalıyor, bu ıssız karanlıkta bana arkadaş oluyorlardı. Kabuslardan, hayatın can sıkıcılığından ilginç bir şekilde uzaklaştırıyordu. Kan ter içinde kalmıştım. Hayatta hiçbir şey beni bu kadar korkutmuyordu. Ne gördüğümü bile bilmediğim bu şey her neyse hiçbir gece rahat bırakmıyordu. Yatağın köşesine oturdum ve karşıya baktım. Perdenin sokak ışıklarıyla buluştuğu yere... İşte geleceğim orada duruyordu. Yapmam gereken önemli bir iş vardı. Beni düşüncelerimden, kabusun bırakmış olduğu sarsıntıdan kurtaran karganın sesiydi. Kafesinin parmaklıklarından bana hüzünle bakıyordu. Belki de o da benim gibi bir cevap arıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KARGA
PertualanganSiyah isimli genç bir adamın ustasının kaybolmasıyla başlayan olaylar zinciridir. Ustası gizli istihbarat timinin başıdır. Bu ekibin adı "Kargalar'dır" ve Siyah bu timde görev yapan önemli şahıslardan sadece biridir. Ustayı arama macerasında ustasın...