Merhaba, biz geldik❤
Oylarınız ve yorumlarınız için teşekkür ederim, şahanesiniz!❤
Bu bölüme de bol bol yorum ve oy isterim! Yeni bölüm için 800 oy diyelim mi? Ooylar tamamlandığı an bölüm sizindir!
Keyifli okumalar❤
***
Beyaz tişört, gri yün çoraplar ve kabarık kızıl saçlar...
Alparslan'ın yatak odasından çıktığımda en mükemmel halimde olmadığımı biliyordum. Üzerimdeki tişört dizlerimin biraz üstündeydi ve gerçekten çuval gibiydi. Çoraplarım biraz kaşındırıyordu, saçlarım bir felaketti ve gözlüklerim gözümde yoktu. Bu yüzden bastığım her adıma büyük bir dikkat etmek zorundaydım ki merdivenler gözümü korkutmuyor değildi. Yine de tüm gün burada beklemek yerine aşağı inmek ve mutfaktan gelen kokuları takip etmek fazla cazipti. Sanırım en son Alparslan'ın benim için hazırladığı tost ekmeklerini yemiştim ve şimdi açlıktan ölüyordum. Seksten ve banyodan sonra tek istediğim bir yerlere kıvrılıp uyumak olsa da önce karnımı doyurmak konusunda kararlıydım.
Derin bir nefes aldım ve korkuluklara tutunarak yavaşça inmeye başladım. Düşündüğüm kadar korkutucu değildi ama gözlüğümü elime aldığımda ve taktığımda çok daha rahattım. Dünyanın benim için biraz daha aydınlandığı su götürmez bir gerçekti ve bir başka gerçekte Alparslan'ın vazolarından birini kırmış olduğumdu. Fark etmiş miydi bilmiyorum ama vazo ünitenin hemen dibinde birkaç parçaya ayrılmış bir halde duruyordu ve içimden bir ses bunun Japon yapıştırıcısıyla halledilemeyeceğini söylüyordu.
Kırıklardan birinin üzerinden atlarken dudaklarımı büktüm. O vazoyu aşağıya ben itmiş olabilirdim ama Alparslan'da benim ayakkabımın topuğunu kırmıştı. Ayakkabılarım için hala çok üzgündüm, bu yüzden Sürtük Gülden 'Artık ödeştiniz,' diye fısıldadığında kafa salladım. Yine de bunu Alparslan'a söylemeyi düşünmüyordum, ona söz verdiği gibi o ayakkabıların aynısından aldırmaya kararlıydım.
Kendi kendime kıkırdadım ve mutfağa girmeden önce sessizce Alparslan'ı seyretmeye başladım. Amerikan mutfak tahmin edebileceğimden çok daha geniş ve büyüktü, neredeyse tamamen siyahtı. Tezgâh, mutfak dolapları, buzdolabı, ada ve hatta adanın önündeki tabureler bile... Açık renk duvarlarla ve açık renk parkelerle mükemmel bir kontrast yaratmışlardı. Hem şık hem de zarifti ancak bu manzarayı daha da mükemmel kılan şey Alparslan Gündoğdu'nun ta kendisiydi. Düzeltiyorum; yarı çıplak bir Alparslan Gündoğdu'nun ta kendisi...
Şu an tam da Buse'yle beraber ağzımızın suyunu akıta akıta izlediğimiz o romantik komedilerden birinin içinde gibiydim. Gerçi pek gülecek halim olduğu söylenemezdi, daha çok erimiştim. Üzerinde belinden düşecekmiş gibi görünen siyah bir eşofman altından başka hiçbir şey yoktu, omzunda siyah bir havlu asılıydı ve ayakları çıplaktı. Yıllardır annemden öyle alıştığım için gidip ayaklarına bir terlik verme dürtüsü içinde olsam da ona bakarken hareket etmemi engelleyen, beni büyüleyen bir havası vardı.
Dağınık saçları ara sıra gözlerinin önüne düşüyordu ama buna aldırmadan kesme tahtasının üstündeki sebzeleri hızlıca doğruyor, arada sırada ocaktaki tencereyi ve tavayı kontrol ederek yeniden işine odaklanıyordu. Öyle pratik ve öyle doğaldı ki kesinlikle etkilenmiştim. Ben mutfakta berbattım, bu yüzden yemek yapabilen adamlara bayılırdım ve Alparslan kesinlikle listemin zirvesine yerleşmişti.
Gözlerimi arsızca sırt kaslarında ve o kasların üzerindeki birkaç tırnak izinde dolaştırırken daha fazla orada dikilmek istemeyerek içeri girdim. Adanın önündeki taburelerden birine yerleştim ve sanki ne yaptığını görmüyormuşum gibi "Bana spagetti mi yapıyorsun?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞİN KOYNUNDA
Ficção GeralBeni iyice tezgâha yaslayarak "Gülden," dediğinde "Bitti," diye tekrar ettim. "Unuttun mu? Aramızdaki her şey bitti?.." "O yüzden mi gözlerime öyle bakıyorsun?" diye sataştı bana. "O yüzden mi beni kıskandırmaya çalışıyorsun? O yüzden mi delirtiyors...