Üzerine elini tuttuğu adamın giydirdiği pelerinin altında gizleniyordu. Hızlıca yürüyor, insanların az olduğu yerlerden geçiyorlardı. Elini bir kez bile bırakmamış, onu yönlendiren adamın ardında ilerliyordu.
Kısa süre sonra daha fakir bir bölgeye vardılar, şehrin biraz dışındaydılar. Her taraf yoksul insanlar ve çöplerle doluydu. Orayı da geçip uzakta yalnız başına görünen kır evine yöneldiler. Biraz önceki yoksulluğun ve siyahlığın aksine burada her yer yemyeşil, çiçeklerle kaplıydı. Ahşap ve bakıma ihtiyacı olan bu kulübenin hemen yanında kocaman bir çınar ağacı vardı.
"Burası neresi? " merakla sordu Hyunjin. "Benim evim, hadi" Cebinden çıkarttığı bir anahtarla kapıyı açtı. İçerisi biraz dağınıktı. Her yerde eşyalar vardı. Bir taş fırın, yanında bir lavabo, ortada küçük bir masa, ve camın kenarındaki kutular. İlk kat bunlardan ibaretti. Çok da sağlam görünmeyen merdivenlerin ilerisinde ise üst kat. Yerde bir yatak vardı toplu değildi ama temizdi, şehre bakıyordu. Mükemmel şehir manzarasına. O kadar güzeldi ki. Saray bile görülüyordu.
Arkasından o da gelmiş elini omuzlarına koymuştu Hyunjin 'in. "Çok bi şey değil ama güzel bi manzarası var. Beğendin mi?" "Bayıldım! Çok hoş görünüyor. Tüm şehri görebiliyorsun!" Kıkırdadılar. Adamın eli gencin beline kaydı. Hyunjin daha önce hiç böyle hissetmemişti. Heycan verici bir his vardı, hoşuna gitmişti.
"Aç olmalısın bir şeyler hazırlayayım." "Çok açım" "Hadi inelim o zaman. " Hyunjin önündeki adamı takip etmeye başladı. Merdivenler gerçekten çok kötü durumdaydı, ikisi de aynı anda aşağı inmeye kalkınca sallandılar. Hyunjin düşeceğinden korkup önündeki bedene tutundu. O ise Hyunjin 'i sıkıca kavrayıp merdivenler çökmeden hızla atladı.
Düştüğünü biliyordu ama canı yanmıyordu. Yumduğu gözlerini açtı. Onun üstüne düşmüştü. Aceleyle özür dileyerek kalkmaya çalıştı ama beden onu belinden geri çekip gülmeye başlamıştı. İçinde hissettiği bu his de neydi? Çok güzeldi. Biraz öyle kaldıktan sonra kalktılar.
Hyunjin masaya oturmuş kendine kahvaltı hazırlayan kişiyi izliyordu. Kendisinden biraz kısaydı, yapılı bir vücudu ve yakışıklı bir yüzü vardı. Güçlü bir alfaydı.
Elinde tabakla Hyunjin 'e döndü ve tabakları önüne koydu. " Teşekkür ederim" "Umarım beğenirsin" "Çok güzel görünüyorlar beğeneceğime eminim" Yemeye başladı tahmin ettiği gibi çok lezzetliydiler. Bitirdikten sonra kırsala gitmek istedi Hyunjin. Çimlerde yan yana yürürken ağacın üstündeki bir yavru kuş dikkatini çekti. Kanadı kırılmıştı.
Hyunjin ağaca tırmanmaya başladı. "Ne yapıyorsun? Dikkat et!" endişeli sese cevap verdi "Sorun yok şu dalda yaralı bir kuş var onu alacağım"
"Nasıl alacaksın? Daha önce hiç ağaca tırmandın mı ki?"
"Şey... Hayır ama bak geldim sayılır"
"Tanrım, keşke bana deseydin ben alırdım." İçinde gene o hissi hissetti Hyunjin. O sıcak hissi.Eline kuşu yavaşça aldı ve inmeye başladı. Bir anda ayağını koyduğu dal kırıldı kuş ağaca geri fırladı ve kendini boşlukta buldu. Boşluk hissi uzun sürmemişti çünkü onu 2. Kez düşerken yakalayan kollardaydı yine.
Yumduğu gözlerini açıp gözgöze gelmelerini sağladı. " Sen! İyi misin? Aman tanrım çok özür dilerim. Yine üzerine düştüm." konuştuğu adamın yüzü bir anda buruşmuştu ve göğsündeki bedenin sırtında tuttuğu kollarını hareket ettirip alnına bir eliyle fıske attı.
"Felix! "
"Ah neden yaptın bunu?"
"Felix. "
"Ne? "
"Felix dedim Felix! Daha ismimi bile bilmiyorsun."
"Biliyorum... Sadece unutmuştum."
Felix dudaklarını büzüp sessiz kalarak başını yana çevirdi. Hyunjin 'in elleri onun yüzüne gitti ve hala üstünde yattığı bedenin başını kendine çevirdi.
"Üzgünüm..."
"Sorabilirdin."
"Utandım..."
Duyduğuyla hareketlenip gencin dudaklarına hızla kendininkileri bastırdı Felix.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Tears | Hyunchan
FanfictionHyunjin, omega olduğunun öğrenilmesiyle hayatı mahvolan bir prensti. Bilmediği şey, karşı krallığın veliaht prensi Chris'in hayatına aniden girmesiyle her şeyin değişeceğiydi. Kehanet, savaş, ihanet ve kayıplarla dolu bir hikaye. Aşklar ve arkadaşlı...