8. time is running out

102 12 10
                                    

Ben kısıtlı ömrümü öğrenmeden, hatta hastalığım ortaya çıkmadan önce bile yaşamın değerini bilen biriydim. Sürekli yaşadığım anlardan zevk almaya çalışır, düşüncelerimde boğulduğumda bile bunu göz ardı ederdim. Belki de beni tüketen şey buydu. Kendimi zevk alınmayacak bir hayattan memnun olmak için zorlamak.

Yaşamayı öğrendiğimi sandığımda aslında ölmeyi öğreniyormuşum.*

İşte yeni yeni fark ettiğim bu gerçek beni belirli bir düşünceye itiyordu. İster istemez acaba Yuki ile daha öncesinde tanışmış olsaydık hayatım daha farklı olur muydu diye düşünürken buluyordum kendimi. Hastalığım gecikir miydi veya tamamen uyur muydu? Doktorum üzüntü ve stresin çok büyük bir tetik olduğunu söylemişti, adeta kanserli hücreleri hızlandırıyordu.

Beraber geçirdiğimiz süreçte Yuki zamanın durmasını diliyordu bense geriye akmasını. İkimiz de birbirimize bağlandıkça bu kaçınılmaz sondan kaçmanın bir yolunu arıyorduk.

"Bugün geleceksin değil mi?" diye sordu Yuki. Bu akşam yine sahnesi vardı ve arkadaşlarının da beni çağırdığını öğrendiğimde oldukça şaşırmıştım.

"Arkadaşlarınla mı takılacağız?" derken sesimdeki çekingenliği sezmiş olmalıydı.

"Hayır tabi ki." dediğinde aniden kendimi açıklama ihtiyacı hissettim.

"Benim için bir sakıncası yok!" dedim öne atılarak. Yuki'nin yatağında oturuyorduk.

Arkadaşlarını sevmediğimi düşünmesini istemiyordum çünkü tereddüt etmemin sebebi bu değildi. Telaşlandığımı görünce gülümseyip yakınıma geldi, bir anda kolunu boynuma atıp kendiyle beraber beni de yatağa yatırdı. Bir yandan otuz iki diş gülümserken diğer yanan da beni kucağına doğru çekti.

"Onlarla takılmayacağız çünkü ben varken onlara zaman ayırmanı istemiyorum." dedi alaycı bir tavırla. Ona cevap vermek yerine yüzümü göğsüne doğru eğip saklanmayı tercih ettim çünkü her zamanki gibi verecek bir cevabım yoktu.

"Utandın mı?" dedi Yuki alaycı tavrını sürdürerek. Cevap vermediğimi görünce beni göğsüne bastırıp saçlarımı karıştırdı. Tebessüm edişimi ondan gizlesem de tahmin ettiğine emindim. Bu kısacık süreçte benimle alakalı neredeyse her şeyi öğrenmişti. Olaylara vereceğim tepkiden en sevdiğim içeceğe kadar her şeyimi biliyordu. Bu da en büyük korkumu hafifletiyordu aslında.

"Beni ne zaman unutmaya başlarsın?"

Bir anda ağzımdan çıkan bu soru, odada yankılanır yankılanmaz kendime lanet etmeme sebep oldu. Yuki duraksadığında pişmanlığımın hiçbir işe yaramayacağını çoktan kavramıştım. Ama cevabını o kadar merak ediyordum ki lafımı geri almak istemedim.

"Seni unutacağımı mı düşünüyorsun?" diye sorduğunda kafamı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım.

"Önünde uzun bir hayat var. Bana takılıp kalamazsın ya." derken aslında amacım ona bunu umursamadığımı hissettirmeye çalışmaktı. Beni unutup hayatına devam edeceği için üzülmeyeceğimi bilmesini istiyordum.

Bencilce beni unutmayacağını söylemesini istemekse kendime bile itiraf edemediğim bir şeydi.

"Seni unutmam mümkün değil Mafuyu. Unutmaya çalışmayacağım da çünkü unutmak istemiyorum. Bununla kafanı yorma." derken sesi sertleşmişti. Ama kızgınlıktan çok çaresiz bir üzüntü vardı ses tınısında.

Bizim aramızda hep bir üzüntü vardı. Her duygunun köşesinde kalıntı olarak kalan bir üzüntü. En mutlu anımızda bile bakışlarımızdan, sesimizden, dokunuşlarımızdan gitmeyen bir üzüntü.

Sessizce uzandığımız yarım saatin sonunda Yuki'nin sesiyle hafifçe irkildim.

"Mafuyu..."

"Hm?"

"Zamanımız tükeniyor."

Gözlerimi yavaşça açıp tam yüzümün önündeki yüzüne baktım. Nefeslerimiz birbirine çarpıp suratlarımızda geziniyordu.

"Hazırlanıp çıkalım yoksa yetişemeyeceğiz." derken mekandaki gösteriyi kast etmediğinin ikimiz de farkındaydık.

Yataktan kalkıp giyinmek için kıyafet dolabına yöneldiğimizde anlık kararan gözlerimle Yuki'nin sırtına çarptım.

"Mafuyu!"

Ani bir hareketle beni tuttuğunda bir şey yok dercesine elimi salladım.

"Biraz gözüm karardı sadece." dedim geri gelmeye başlayan görüşümle ona bakarken. "Hızlı kalktım diye oldu herhalde."

Gözlerindeki saf korku yerini alışılmışlığa bıraktı. Elimi göğsüne dayayıp sürttüm. Avcum tam kalbinin üstündeydi, kalbini avuçlamışım gibiydi.

"İyiyim, çok iyi hissediyorum."

İkinci kez ikimiz de gerçeği göz ardı ettik. Mutlu anılar biriktirebilmek için verdiğimiz çaba bize sadece acı olarak dönüyordu. Gerçekleri bilmenin ve bilmemezlikten gelmenin acısı başka hiçbir şeye benzemiyordu. Biz mutlu olmaya çalıştıkça bu acı artıyor, biz göz ardı ettikçe kendisini hatırlatıyordu.

Ben ölüyordum ve Yuki'nin buna dayanabileceğinden emin değildim.

Üzerimde iki ölümün gölgesi dolaşıyor.

*Leonardo Da Vinci

drawn to the blood / mafuyu×yukiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin