Krallığın bomboş, soğuk koridorları hüzünle kaplıydı. İhtişamlı bahçenin ortasındaki çeşmeden akan su, masumların göz yaşlarıydı. Krallığın arkasında kalan orman, ölü ruhlara mezar olmuştu. Çıplak odalarda yatan bedenler adeta birer mapushaneydi. Lanetli ruhları tutsak eden birer mapushane...
Günlerimin en güzel saatlerinde yine ve yine en güzel yerdeydim. Rüzgarda dans eden perdelerimin yanına sokulmuş bir halde içimi dökmeye hazırlanıyordum.
“Ah güzel mabedim, sen de olmasan kim dertlerime deva olacak ,hiç bilmiyorum. Biricik Alphard’ım bile bilmezken sen her anıma, acıma şahit oluyorsun.
Her şeyimi bilen sen, korkularımı da bilsen ne olur ki? Ruhumun çırpınışlarını duyan sen , yüreğimde yanıp kül olanları duysan ne kaybederim ki?
Kapatıyorum kulaklarımı, açıyorum dudaklarımı, ruhumu sana teslim ediyorum... “
Gözlerimden intihar edercesine düşen yaşları silip konuşmaya devam ettim.
“Ruhumu esir almış bu krallığın serzenişlerine kulak vermek zorundayım, belki de Kutsal Ruhlar tarafından seçilen kişi ben olacağım. Ah bunu düşünmek bile istemiyorum.
Krallığın tüm yükünü sırtıma yükledikten sonra nasıl benden mutlu olmamı bekleyebilirler ki? Tabi umurlarında bile olmayan bir konu iken bu...
Sadece tek istediğim biriciğim, Alphard’ımla, mutlu bir hayat sürebilmekti, tek hayalimdi ve tek vazifem de bu olmalıydı. Ama artık imkansızdı. Bizi bu savaşa sürüklemişlerken imkansızdı... “
Derin bir nefes aldım ve kabullenişin kollarına kendimi bıraktım. İsyan bayrakları çoktan inmişken benim hala isyan etmem anlamsızdı. Heleki böyle bir günde. Yarın, krallığın lanetinden kurtuluşa uzanan uzun yolculuğun dönüm noktalarından biri idi.
Bu sebepten ötürü bugün,gün battıktan sonra krallıkta ihtişamlı bir parti yapılacaktı. Krallıktaki çoğu insan bugün bu partiye davetlilerdi. Bu yüzden şimdiden hazırlıklar başlanmıştı. Hizmetliler sarayın bahçesini süslüyorlardı. Aşçılar ise saray mutfağından başlarını çıkarmadan yemek pişiriyorlar, tatlılar yapıyorlardı. Kraliçe Afrodit her bir ayrıntının mükemmel olmasını istiyordu. Bunun için de herkes sarayın içinde dört dönüyorlardı.
Tabii ki de her şey gibi ben ve Alphard mükemmel olmalıydık. Beni bekleyenleri tahmin etmemem imkansızdı ki düşündüğüm gibi de olmuştu. Daha gün yeni ağarırken kapım çalındı. “Girin.” Kapının aralanması ile gelenin Ruth olduğunu anlamıştım. Onu gördüğümde hafifçe eğilip selam verdim. O da karşılık verip içeri adımladı. “Ah seni ayakta gördüğüme sevindim. Kraliçe Afrodit gönderdiği elbiseleri denemeni istiyor, bir de konuşmasını prova yapmayı da ihmal etmesin dedi. “ Ruth’un yorgun gözlerindeki telaşı görmemek imkansızdı. Onu biraz sakinleştirmek için “ Merak etme Ruth, ben çoktan provasını yaptım. Şimdi de istediğin kadar elbise deneyebilirim . Yeterki sen rahatlayasın.” Yüzünde minik bir tebessüm oluştu. Onun bu anacan tavırlarını o kadar çok seviyordum ki hep bana karşı böyle olmasını isterdim. Ama bu ancak yalnız kaldığımızda sergilediği bir şeydi. “ O zaman ilk bununla başla.”
Bana uzattığı kadife siyah elbiseyi elime alıp giyinme odama gittim. Üzerimi giyindiğimde aynanın karşısına geçip Ruth’a seslendim.
“Gözlerime inanamıyorum. Ah bu günleri de mi görecektim.”“Ağlatacaksın beni Ruth, yapma böyle.”
“ Nasıl yapmayayım güzel kızım. Belki de yarın kraliçe olacaksın. Olursan seni bir daha nasıl böyle sevebilirim ki?” Onun bu sözlerine canım sıkılmıştı.“Niye öyle diyorsun ki Ruth! Sen, Alphardla bana Kraliçeden çok annelik yapmışken kraliçe olsam ne değişecek ki? Ben senin hala minik yaramazın olarak kalacağım. Sen de benim biricik Ruth’um.” Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Kollarını açıp usulca sarıldı. Ben de sarılıp huzurun içime dolmasına izin verdim. Bu an benim için paha biçilemezdi.
Kapının tıklatılması ile Ruth’un sıcacık kollarından ayrılmak zorunda kaldım.
Zaman ne kadar da hızlı akıp gitti biz farkında olamadan. Neden güzel anlar silik birer anıdan öteye gidemezken, en kötüleri ruhumuzda taht kurarlardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSANMIŞ RUHLAR BAHÇESİ
FantasyKrallığın bomboş, soğuk koridorları hüzünle kaplıydı. İhtişamlı bahçenin ortasındaki çeşmeden akan su, masumların göz yaşlarıydı. Krallığın arkasında kalan orman, ölü ruhlara mezar olmuştu. Çıplak odalarda yatan bedenler adeta birer mapushaneydi...