medya: Emre
***
EMRE YILDIRIM
Günlerdir yaptığım gibi, yine tüm günü uykuya tutturuyordum. Elimden gelse kalan ömrümü uyuyarak geçirirdim ama buna bir türlü izin vermeyen bir arkadaşım vardı.
"Siktirtme lan uykunu şimdi! Akşam oldu akşam! Kalk lan ayağa! Ayrıca Uraz çıktı hastaneden, çocuğun yanına bile gitmedin. Mal mısın oğlum sen?" uyku semsemliğiyle ona hareket çektim ve yatakta daha rahat bir pozisyon buldum kendime.
"Uraz lan, Uraz! Kardeşimiz! Bize ihtiyacı var şu an, sen hâlâ uyu burada! Amın oğlu, ne olacak?" çarpılan kapıyla gözlerimi araladım. Haklıydı, kardeşim dediğim adamın bana en çok ihtiyacı olduğu zamandaydık belki de. Ama kalkacak, tüm sorunları tekrar sırtıma yükleyecek gücüm yokmuş gibi hissediyordum.
Ben aylardır bir kardeşimi hastanede, diğer kardeşimi de perişan hallerde görüyordum. Uraz uyuyordu, can çekişiyordu ve Efe'nin de benim de ondan geri kalır bir halimiz yoktu. Mahvolmuştu, mahvolmuştum. İkimizin de acısı, korkusu aynıydı. Onu kaybetmekten korkuyorduk, içimiz içimize sığmıyordu korkudan.
Beni görmek istemiyordu, nedendir bilmem. İki ay önce gördüğü terapiler bittiğinde benim varlığımı umursamamayı seçmiş, Başak ve arkadaşlarının kaldığı evde kendine bir yer edinmişti.
Ah, Başak. Kalbimdeki imparatorluğun biricik kraliçesi. Öyle özlem doluydu ki içim, gördüğüm yerde dudaklarına yapışırım diye deli gibi korkuyordum. Gardımı almam lazımdı, yaptığı şey affedilir bir şey değildi. Daha her şeyin en başında onu uyarmıştım, kardeşlerimin benim için ne kadar önemli olduğunun üzerine basmıştım. O gün doğrulttu ya o silahı Uraz'a, kalbimi söküp alsa o kadar acımazdı herhalde.
"Sikeyim böyle işi," diye mırıldanarak yataktan çıktım. Dış kapıdan gelen sese göre Orkun evden çıkmıştı, umurumda değildi. Banyoya girdim ve kısa bir duş aldım.
Havluyu belime sararak odaya geri girdim, dolabın kapağını açarken aynaya gözüm kaymıştı. Gözaltlarım morarmıştı, uyuşturucu çekmiş gibi görünüyordum.
Beyaz tişört ve gri eşofman çıkarıp giydim. Dolaptan aldığım havluyla saçlarımın nemini aldığım sırada kapı çalmıştı. Göz devirerek çıktım odadan, anahtar almadan neden çıkarsın ki evden, Orkun?
Havluyu koltuğun üzerine atıp saçlarımı karıştırdım ve kapıyı açtım. Gördüklerime inanamamıştım, sanki hâlâ uyuyordum. Başak, elinde papatya buketiyle karşımdaydı.
"Selam, nasılsın?" dudaklarım şaşkınlıktan aralandı. Rüya gördüğüme emin olmuştum, Başak hiçbir zaman böyle selam vermezdi.
"İyi değilsin tabii, benimki de soru. Neyse" elindeki buketi göğsüme sertçe bıraktı ve omzuma hafifçe çarparak içeri girdiğinde biraz olsun kendime gelmiştim. Rüya değil, gerçekti.
"Kesin vardır burada bir şeyler, ayyaş Orkun'dan bahsediyoruz" kendi kendine gülüp buzdolabının kapağından aldığı içki şişesini tezgahın üzerine koydu ve dolabı kapadı. Çekmeceden bulduğu açacakla şişeyi açtı ve kafasına dikti. Mutfak kapısına yaslanmış, şaşkınlıkla onu izliyordum.
"Oo, sertmiş bu da!" kıkırdadı ve tezgahın üzerine oturdu. Tanımasam hiçbir şey olmamış gibi davranıyor derdim ama bu tavırları hiç onluk değildi, sanırım gerçekten de feci sarhoştu.
"Gelsene yanıma, kedi gibi durma." Tekrar güldü ve şişeyi dikti. Oflayarak papatyaları masanın üzerine bıraktım ve yanına gidip şişeyi elinden sertçe aldım. Kaşlarını çatarak bana baksa da umurumda değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
petrichor | ANI SERİSİ •TAMAMLANDI•
Teen Fiction"Ona her baktığımda, sanki daha önce alevlerin arasındaymışım da bir bakışı içimdeki ateşe yağmur yağdırmış gibiydi." *** "Ödül müsün, ceza mı? Seni her gördüğümde tam buram, sönmüş bir külün alevlenmesi gibi coşuyor" titreyen ellerini yumruk yapıp...