MERT | ÖZEL BÖLÜM

90 11 30
                                    

Her dağın görünmeyen bir tarafı vardır. Görünmeyen kısım bahane değil, sebeptir. Haklılık değil, yaşanmışlık verir.

İnsan kendi dört duvarı arasında kaldığı zaman çıkamıyordu. Engelleri aşmak her zamankinden daha zor oluyordu çünkü engelleri biz koyuyorduk. Herkes, her şey bir zaman sonra katlanılabilir olurdu fakat kişinin en zor adımı kendineydi.

Kanser denilen illetle tanışmak istemezdim, hayatımı kabusa çevirdiğinden beri tanıyordum ama. Üniversiteye ben geldim, bedenen. Aklım ailemdeydi. Kalbim oradaydı. Endişelerim, hüznüm, umutlarım... Samsun'da, babamın başucunda kalmıştı.

🌠

Vücudumu daha önce böyle gergin hissettiğim bir anı hiç hatırlamıyordum. Bir adım daha attım fakülteye doğru, geri gitmemek için kendimi fazlasıyla zorlarken. İlk gün diye heyecanla bekledikleri o zaman bu kadar iğrenç olmamalıydı.

Hoş, bu günü kötüleştirecek bir şey olduğu da yoktu. Ben kötüydüm, bu yeterliydi.

Derin bir nefesi verdim orada ve cebimden sigara paketini çıkardım. Kolumdaki saate bakıp dersin başlamasına yarım saatten fazla olduğunu görünce çakmağımı da çıkardım. İnsanları, heyecanla veya farklı duygularla yürüyenleri sadece izledim. Hepsi o kadar boş görünüyordu ki...

Aynı, benim burada olmam gibi.

"Birader, çakmağın var mı?" diye bir ses duyduğumda gözlerim yanımda duran adama döndü. Bir şey demeden uzattığımda alıp sigarasını yaktı ve "Eyvallah." dediğinde, başımı hafifçe salladım. Gitmesini bekledim ama gitmedi. Yanımda durup gelen geçenleri izlemeye başladığında o da farklı gibiydi. Herkes gibi heyecanlı değildi, endişeli değildi. Ya hayata düz bakıyor, ya da bu duygularının önüne geçen farklı şeyler yaşıyordu.

Ben gibi.

Ağzımdaki dumanı yavaşça bırakırken "İlk yılın mı?" diye sorduğunda başımı sallarken "Evet." dedim. "Senin?" diyerek eklediğimde başını hafifçe salladı. "Mimarlık." dedi sadece ve kaşlarım havalandı. Parmağımın ucundaki zehri dudaklarıma götürürken "Aynı sınıftayız desene." dediğimde, onun da dikkatini çekmiş olacak ki bana baktı. Hafifçe güldü sonra. Başını usulca salladı ve sessizlikle geçirdiğimiz on dakikanın ardından, içeriye girdik.

Sınıfta olan birkaç kişiye kısaca selam verirken kimseyle konuşmak gibi bir niyetim yoktu. Boş bir sıraya geçtiğimde dışarıda yanımda olan kişinin de aynı şekilde geldiğini gördüm. Bir şey demeden oturdu yanıma. Ona bakıp "Mert ben." dediğimde bana baktı. "Memnun oldum Mert." dedi. "Cihangir ben de."

🌠

Galerimdeki fotoğrafı iç çekerek geçtim. Öyle tanışmıştık. Sonra benim kalacak yerim olmadığını öğrenmişti Cihangir, beni evine almıştı. Beraber yaşamaya başlamıştık. İş bulmamda yardımcı olmuştu. İşe gidemediğim günlerde benim yerime işe gitmişti, patron kızmasın diye elinden gelen her şeyi yapmıştı.

İnsanın dosta ihtiyacı vardı. Cihangir, gerçek bir dosttan da öteydi.

Keza, Çağatay da öyle.

🌠

Üzerimde derin bir yorgunluk hissederek eve girdiğimde esnememe de engel olamadım. Kapıyı ardımdan kapatıp mutfağa girdiğimde Çağatay'ı ocağın başında, bir tencereyi karıştırırken gördüğümde hafifçe güldüm. "Ulan Çağatay biz sana yalnızken bir şey yapma demiyor muyuz oğlum? İlla başımıza mı yıkacaksın evi?" dediğimde, bana dönüp yüzünü buruşturdu. "Yapmayayım da açlıktan ölelim mi lan? Eliniz kaşık tutsun bir."

SONSUZ ADIMLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin