Barton arkamızdan bir şey demişse de duymamıştım, biz ayağa kalktığımız an kumandasını geri alıp müziğini tekrar açmıştı. O müziğini açtıysa bizim de çıkmamızın sorun olmayacağını düşünerek beyaz kapıdan dışarı çıkmıştık. Geldiğimiz yerden değil de başka yerden çıkmak kaybolmamıza yol açabilirdi ama odalarımızı bulurken çok zorlanmayacağımızı tahmin ediyorduk, sonuçta aynı katın farklı yönüydü.
"Sakın kaçma!" Bizden uzaklaşmaya çalışan Troy'a istemsizce bağırmıştım. Ses tonumun çok yüksek çıktığını anlayınca utandım. "Pardon..." Yere uzanmış çocuğa elimi uzattım, epeyce korkmuştu. "Ben Liv Wayne. İsmim bir şeyin kısaltması değil sadece Liv." Elimi kavradığında tüm gücümle kalkmasına yardım ettim. "Bu da Olivia." Arkadaşımı dirseğimle dürtmüştüm, konuşmayı bu kadar çok bana bırakması sinir bozucu olmaya başlamıştı. "Şu tasma işini halletmeye geldik. Senin adını söylediler."
"Merhaba Ben Troy." Elini alnına koydu. "Ah! Ç-çok pardon." Gözlerini kapatmıştı. "Yani zaten bana geldiğinize göre ismimi biliyor olmalısınız değil mi?" Ayağını sertçe yere vurdu. "Çok aptalım."
"Hayır, değilsin." Genelde yeni tanıştığım insanlara aptal değilsin dedikten sonra pişman olurdum, cidden de geri zekalı kişiler çıkarlardı. Bu tarz bir şey olmaması için dua ettim, önemli işlerimizi onun yapacağı kesindi. Troy'u ne kendi okulumda ne de kardeş okulda görmüştüm, uzaklardan gelmiş olmalıydı. "Sanırım buralı değilsin."
"Buralıyım." Bize yaklaşan genç grubunu görünce paniklemişti. "Gitsek mi?"
Genç grubundaki en öndeki kızı tanımıştım, bu oda arkadaşımızdı. Saçları mosmordu, epey de uzundu. Ortalama boylarda, zayıf bir kızdı. Sol bileğinden başlayarak omzuna kadar dövmeleri vardı. Diğer arkadaşlarının da görünümleri pek farklı değildi, doksan yıllardan kalan metal müzik gruplarından fırlamış gibiydiler. Başlarının dik duruşu, kendinden emin yürüyüşleri hayran bırakıyordu.
Oda arkadaşımız olan kızın arkasındaki oğlan öyle bir öksürmüştü ki düşündüklerimin hepsi gitmişti. Bazı kişiler sadece boğazını temizlemek için balgam tükürür ya o da bundandı. Neyse ki koridorda görev yapan askerle göz göze geldiğinden tükürememişti. İşin daha da iğrenç tarafı kızla oğlan öpüşmüştü. Uzaklaşmaya çalışsak da midemiz izin vermemişti. Hâlâ koridorda olduğumuzu fark eden grup bize doğru yürümeye başlayınca Troy ikimizin de bileğinden tutup çekiştirmişti. Ona karşı gelmedik, adımlarımızı hızlandırarak yürüdük.
Peşimizden geliyorlardı. Okul hayatım boyunca zorbalardan hiç dayak yememiştim, kıyamette bu konuda bir ilk yaşamayı kabul edemezdim. Üçümüz de durumu fark etmiş, git gide hızlanmıştık. Yakaladıklarında en fazla ne yapabilirlerdi? Dayak mı atacaklardı? Askerlerin buna izin vermeyeceğini düşünsem de son yaşadıklarımız aklıma gelince pek emin olamıyordum.
"Uzak durun benden!" Eliyle tişörtüm arasında saniyelik fark kalan çocuğa demiştim, o ise sadece gülüp aynısını yapmakla yetinmişti. "Geri zekalı domuz." Koridorun sonundan başka bir tarafa dönmüştük, sanırım apayrı bir binadaydık. Peşimizi bırakmadıklarını anlamam için arkama bakmam gerekmiyordu, ayak seslerini beynimin içinde duyuyordum. "Sizi aptallar!" Onlara tek bağıran ben değildim, Olivia'yla Troy da küfür ediyordu.
Yakalanıp yakalanmayacağımız kesin değildi. Muhtemelen üçümüz de yakalanacağımızı düşünüyorduk. Öyleyse kuru kuru dayak yemek olmazdı, öncesinde ağzımıza gelen tüm lafları demeliydik. Bana göre yaptığımız oldukça mantıklıydı, dayak yiyeceksek önce hak etmeliydik.
Tekrar döndüğümüzde "Revir" yazan odayla karşılaşmıştık. Troy cebinden çıkardığı anahtarı deliğe sokarken biz de düşmanlarımızın aramızdaki mesafeyi kapatışınızı izliyorduk. Hayatımda yaşadığım en iyi korku filmi sahnesiydi: Gözlerinden alevler fışkırırken ağızlarından salyalar akıyor, yüzlerindeki her bir damar normalde olduğundan beş kat kalınlaşıyordu. Adeta bastıkları yerde zemin sarsılıyordu.
Bize saldırma sebepleri sadece Troy'la düşman olmaları olabilirdi. Belki de orada öylece dursaydık saldırmayacaklardı bile. Kapıyı tamamen açtığında birbirimizi iterek girmiş, hemen arkamızdan kilitlemiştik. Nefesimi düzenlemek için yere oturdum, bacaklarımı kendime çekip çenemi dizlerimin üstüne koydum. Diğerleri de benimkilere benzer hareketler sergilemişti.
Oda gerçek bir revirden uzaktı, psikolog odalarını anımsatıyordu. Klasik müzik çalıyor, etrafta çeşitli tropikal bitkiler duruyordu. Dekorasyonda mavi tonlarıyla yeşil tonları tercih edilmişti, sadece bembeyaz olan tavan buna zıttı. Odanın tam ortasındaki masada yuvarlak akvaryum vardı, yüzen kırmızı balığın cinsini merak etmiştim. Perdeler tokayla birbirine bağlanmış, cam açılmıştı. İçeriye giren rüzgar serinletici bir hava katıyordu.
"Sonunda kurtulduk. Onlar neden seni kovalıyordu ki?"
"Burada bir şey çalarsanız kameralara bakmazlar, sadece çaldığınız kişi bilir ve o kişiyle düşman olursunuz." Kapıyı kilitleyip kilitlemediğine emin oldu. "Benim de geçen gün bilekliğim kayboldu."
"Oh..." Troy'dan bilekliğini çalmaları insafsızdı. "Senin adına üzüldüm, cidden böyle bir hırsızlık nasıl yapabilirler ki? Bu önemli bir eşya."
Kahkaha atarken masasının arkasındaki koltuğa oturmuştu. "Ne?" Sorusuna cevap vermeye hazırlanmış olsam da surat ifadesi soru sormaktan çok dalga geçer nitelikteydi, ironisine sormuştu. "Bileklik çalmadılar ki. Ben onlardan çaldım."
Ona hak ettiğini söylemek istesem de son an da kendime hakim olmuştum. Sessizce yüzüne bakmakla yetinip yanına gitmiş, yaptıklarını izlemeye başlamıştım. Çıkardığı birkaç tane kağıdı karalamış, bir şeyler yazmıştı. Masasının üzerindeki onlarca dağınık kağıt gibi bizimkileri de kenara gelişigüzel atmıştı. Evrak işlerine pek önem vermediği her halinden anlaşılıyordu. Hemen ayaklarının dibinden bir sandık çıkarıp masaya bıraktı.
Sandığı açmadan önce ayağa kalkması gerekmişti, oturur pozisyondayken sandığın boyu kendi boyunu geçmişti. "Bu arada az önce dışarıda olan koşuşturma bir hoş geldin şakası gibiydi." Sandığı açıp iki adet gri naylon paket aldı. "Onlardan korkmanıza gerek yok." Sandığı kapatıp aşağıya geri koydu ve naylon paketleri açmaya başladı. "Burada korkulacak birçok genç grubu var ama onlar ne ben ne de arkadaşlarım."
"Aman ne güzel şaka." İlk kez Troy'un yanındayken konuşmuştu. Sonunda muhabbete katıldığına sevinmiştim. "Daha iyisini de yapabilirdiniz emin ol." Kollarını önünde birleştirdi. "Yeni bir düşman edinmek nasıl bir duygu?"
"Gülünç." Kahkahasını genellemeye çalışıyor, yapamıyordu. Bir elini karnına, diğer elini ağzına götürdü. "Ay... Ç-çok ö-özür dile-dilerim ama gülmeme engel olamıyorum."
"Her neyse boş verin." İşaret parmağımı havaya kaldırdım. "Hadi herkes sakin olsun. Şu herkesin bileklik dediği ama aslında tasma olan şeyi halledelim artık."
İki bilekliği de paketlerinden tamamen çıkardığında tornavida yardımıyla ortalarındaki yeri açmıştı. Bu kısımda çiplerin yani bizi bulmalarını sağlayacak yerin olduğunu biliyordum. Muhtemelen hızlı şekilde pili veya gücü bitmesin diye birileri takmadığı sürece kapalı tutuyorlardı. Ortasındaki kısım haricinde geri kalanı sert plastiktendi, saatleri andırıyordu.
Yeşil olanı bana uzattı. "Buyur bu senin için. Çok güzel yeşil gözlerin var, gözlerinle uyar diye düşündüm." Elinden aldığımda gerçekten de heyecanlanmıştı. "Nasıl ama?"
"Çok teşekkür ederim." İltifatını görmezden geldim, kıyamette sevgili yapacak vaktim yoktu. Olsa bile yapmak isteyeceğimi sanmıyordum, boşu boşuna vakit kaybıydı. "Senin de okyanus mavisi gözlerin var." İltifat etmeye karşı iltifat verme oldukça iyi bir karşılıktı. "Bunların şarjı filan bitiyor mu?"
"Güneşe her çıktığınızda belirli bir miktar enerji doluyor. Sistemlerden kimin ne kadar enerjisi kaldı onu da görebiliyoruz. Merak etmeyin eğer azalırsa ben size bildiririm." Konuşmanın sonuna vardığını fark ettiğinde gülümsemesi biraz silinmişti. Hızlıca gülüşünü yine toparladı. "Bu gece isterseniz ben ve arkadaş grubumla takılabilirsiniz." Kapıya doğru yönelirken duvardaki saati gösterdi. "Yemek akşam beşte." Saat neredeyse dört olmuştu. "Altı buçukta bahçede sizi bekliyor olacağım... Gelmek isterseniz."
Git gide kitabın sonuna yaklaşıyoruz, düşünceleriniz neler?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİLER | Tamamlandı ✔
Ciencia Ficciónİnsanlar kendi cezalarını kendi yaptı. Hastalıklılar durduk yere ortaya çıkmış olamazdı, onları insanlar üretmişti. Berbat virüs tasarımlarının amacı her ne ise nefret ettiğim kesindi. Ülkeler arasında olan yarışlardan dolayı da bu halde olabilirdik...