"Sence Pars'a ne oldu?" Elimi havaya kaldırıp gözlerime siper ettim, güneş görüşümü engelliyordu. "Ya da onu aramaya gidecek miyiz?"
Bahçenin genişliği yedi-sekiz okul binasının genişliğiyle eş değerdi, sınırları yeşil dikenli tellerle belirlenmişti. Tellerin yaklaşık iki metre kadar iç kısımlarına sıralı şekilde çam ağaçları dikilmişti, ağaçların boyları oldukça fazlaydı. Bu kadar uzun ağaçların dikilmesinin nedeni dışarıdakilerin içeriyi görmemesini sağlamak olabilirdi. Çimler uzamıştı, boyları neredeyse dizlerimize geliyordu.
"Liv aklımıza kötü bir şeyler getirmek istemiyorum ama kurtulma ihtimali çok düşük. Peşinden bir süre dönüşmüşler gelmemiş olsa imkansız, bir sığınak bulup kolayca girebilse bu da imkansız, aynı şekilde sığınakta da silah bulması lazım." Yürümekten yorulmuşa benziyordu, oturmak için güzel bir yer bakınmaya başladı. "Onu aramaya gitmeyi gerçekten çok isterim ama yalnız ikimiz yapamayız. Ayrıca bir hiç içinde gidiyor olabiliriz, nerede olduğunu bilmiyoruz sonuçta."
Sonuna kadar dediklerine katılıyordum. Kardeşim için canımı veririm ama bunu yaşayacağını bilerek yapardım, yolculukta yaşayıp yaşamadığını öğrenemeyebilirdim. Çam ağaçlarının birinin gölgesinin altına geçtik, çimlerin üzerine oturup konuşmamıza kaldığımız yerden devam ettik. Laf arasında da olsa Elioot'un burası hakkında dediklerini söylemek istiyordum, gerçi söylersem hiç de laf arasında kalmayacaktı. Konuşmak istediğim diğer konuları düşünmeliydim, Elioot konusunu bir süreliğine sona bırakmaya karar verdim.
"Adrien'ı uzun süredir görmedik, son konuştuğumuzdan beridir Cherly'den de haber yok." Bu durum beni tedirgin ediyordu, onlarla aramız yeterince iyi olmasa da burada tek tanıdığımız kişilerdi. "Sen merak etmiyor musun?"
"Merak ediyorum etmesine ama merak ettiğim kişinin Adrien olduğunu hatırlayınca umursamıyorum." Üzerine uğurböceği konmuş bir papatyayı kopardı. Çiçeği sağa-sola yavaşça çeviriyor, üzerindeki uğurböceği ise kanatlarını açıyordu. "Adrien iyi biri olabilir, bize yardımda etmiş olabilir. Yine de bu ultra sinir bozucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Uğurböceği uçup uzaktaki başka bir otun üzerine konmuştu. "Liv... Matt burada değil, eğer burada olsaydı o muhteşem askeri becerileriyle korunmaya ihtiyaç biri olarak duvarlar arkasında kalmazdı, illaki askerliğine devam ederdi. Demek istediğim burada olsaydı illaki askerlerin arasında görürdük."
"Haklısın." Çimlerin arasındaki beyaz taş gözüme çarpmış, çok geçmeden onun yumurta kabuğu olduğunu anlamıştım. "En azından bir süre daha burada kalıp iletişim kurmayı deneyelim. Sonrasında güç toplayıp yine aramaya çıkarız." Artık hiç silaha sahip olmadığımızı hatırladım. "Çantalarımız... Ah! Onlara ne yaptıklarını soramadık bile."
"Geri vereceklerini de sanmıyorum. İçerideki herkesi asker üniforması giydirmeye zorlasalar bile gerçek askerlerin dahi silahları yok." Bizim üniformalarımızı henüz vermemişlerdi, açıkçası üniforma giymek sorun değildi. Hatta benim için daha iyi olacaktı çünkü kaç hafta sonra temiz kıyafetlere kovuşmuş olacaktım. "Bize hayatta silahlarımızı geri vermezler, istersek kaçacağımızı anlarlar."
İşin en tuhaf yanı insanların gitmesine izin vermemeleriydi. Neden silahlarını aldıkları birinin gitmesine izin vermezlerdi ki? İnsanları ellerinin altında tutmak istiyorlardı, bir amaçları vardı. O amacın ne olduğunu bulmalıydım. Ancak insanlardan bir yarar sağlıyor olmalılardı ki içeride kalmalarına izin verebilsindiler. Buradaki tüm insanlar yemek yiyordu, haliyle de yiyecekler yavaş yavaş tükeniyordu. Salgının neredeyse bir aydır olduğunu ele alırsak yüz belki de iki yüze yakın insanın çok kısa sürede yemeği tüketmesi gerekirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖTEKİLER | Tamamlandı ✔
Science Fictionİnsanlar kendi cezalarını kendi yaptı. Hastalıklılar durduk yere ortaya çıkmış olamazdı, onları insanlar üretmişti. Berbat virüs tasarımlarının amacı her ne ise nefret ettiğim kesindi. Ülkeler arasında olan yarışlardan dolayı da bu halde olabilirdik...