İyi okumalar!
***
(Yazardan)
Telefonunun son kalan şarjıyla ışığı açarak etrafına bakınıyordu. Neredeydi? Neden buradaydı? Hiçbir fikri yoktu. Bunun rüya olmasına kendini inandırıyordu, durmadan "Uyan!" diye bağırarak kafasına vurmasına rağmen hala uyanmıyor olması onu delirtiyordu.
Ayağının halini gördüğündeyse korkunç yüz ifadesinin yerini dehşet alıyor, ağlaması daha çok şiddetleniyordu. Korkuyordu, kendini yalnız hissediyordu. Sanki, sanki hepsi, tüm arkadaşları onu terk etmişti. Biliyordu, bunların hepsi paranoyak olduğu için aklına geliyordu. Ama bu fikrin aklında dolanması bile onu korkutuyordu.
Yavaş ayak sesleri duyduğunda kafasını çevirip, etrafına bakınmaya başladı. Sesler geliyordu, ama hiçbir yerde hiç kimse görünmüyordu. Stiles korkarak arkaya doğru süründü. Sanki onu tehdit eden bir şey vardı bu odada. Ya da o öyle hissetmişti.
Ama korkusu gerçeğe dönüşmüştü. Işığı tam karşısındaki duvara tuttuğunda arkası ona dönük olan birini gördü. O kişi, duvarda tebeşirle bir şeyler çizdi. Ondan sonraysa sargılı ellerinden tebeşir yavaşça yere düşerek, Stiles'ın ayağının ucuna kadar geldi. Stiles o tebeşiri korkuyla takip etti. Ve kafasını kaldırdığı anda korkusundan küçük dilini yutacaktı az kalsın.
Adam gitmişti! Sanki orada hiç kimse olmamış gibi havada buhar olup uçmuştu. Ve duvarda ters yazılmış beş rakamı gibi bir işaret vardı. Bunu gördüğü an Stiles bir şeyleri anlamıştı.
"Kendisi..." diye fısıldadı aklına arkadaşları geldiğinde. O işaret japon dilinde "kendisi" demekti. Ama onu ikinci kez şoka uğratan bu işaret değildi. O işaretin yukarı doğru yanarak yok olmasıydı...
***
(Heaven'den)
Hastanenin her yerine doğru koşturuyordum. Burada kokusunu daha çok almıştım onun. Ama hiçbir yerde bulamıyordum. Ve bu durum beni delirtmeye yetiyordu.
Arabasını öyle terk edilmiş halde, otoparkta gördüğüm andan beri sanki kokusu her tarafa yayılmıştı. Hastanenin içerisindeki kokusu yukarı katlara çıktıkça daha çok artıyor, ve his kokuları aşırı yükselmeye başlıyordu.
Çatı katına çıktığımdaysa beklediğim manzarayla karşılaşmıştım. Derek, elleri ceplerinde, havayı kokluyor, sanki durduğu noktada bir şeyler olmuş gibi düşünüyordu.
"Onun kokusu burada daha yoğun." diye geldiğimi anlayarak konuştuğunda sessiz kalmayı seçmiştim. Konuşamıyordum, boğazım düğümleniyordu, stres her saniye daha çok artıyordu.
"Kimyasal sinyal hakkında bir şeyler biliyor musun?" diye bana döndüğünde kafamı evet anlamında salladım. "Herkesin duyguları vardır. Hayattaki her canlının. Ve doğaüstüler duyguların kokusunu kolayca ayırabilirler. Duyguları anlatabilen kimyasal sinyaller buranın her noktasında var..."
Dediği şeyle havayı koklamaya başladım. Gerçekten de vardı. Sanki burada birileri kendini kontrol etmeye çalışmış ve kendisiyle boğuşmuştu. Ona başka bir şey söylemeden aşağı inmek isterken "Heaven" diye bana seslenmesiyle ona döndüm.
"Onu bulamazsan... Ve ya bulduğunda geç olursa..."
"Onu bulacağım, tamam mı? Yeter artık, ona deliymiş gibi muamele yapmayı kesin!" diye bağırıp arkama bile bakmadan yürümeye başladım. Derek arkamdan bir kaç kez bana seslenmiş, öyle söylemek istemediğini dile getirmiş, ama benim umrumda bile olmamıştı. Çünkü ben, artık bazı şeylere katlanamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood and Revenge 3: İlahi oyun
Fanfiction****Blood and Revenge serisinin devamıdır, anlamak için ilk kitapları okumanızı tavsiye ederim**** ... "Hayır... İçeri girmesine izin verme... İçeri girmesine izin verme..." ... "Heaven..." diye arka tarafımdan kıkırtıyla adımı birileri fısıldadığın...