1989 Bir Yaz Sabahı, Adana
Üç aydır yaptığı tek şey tabak temizlemek de olsa hayatından memnundu. Çünkü diğer seçeneği olan, elli yaşındaki adamın karısı olmaktansa, değil bulaşık yıkamak, hizmet ettiği askerlerin çöpünü bile temizlemeye razıydı.
Annesi dördüncü doğumunu yaparken öldüğünde Mina sadece on yaşındaydı. Yedi ve dört yaşındaki kız kardeşleri ve yeni doğmuş erkek kardeşine annelik yapmaya da, o karanlık gecenin sabahında başlamıştı.
Eğer canı çalışmak isterse ırgatlık yapan bir babaları vardı. Adamın yıllar sonraki geçim kaynağı ise kızlarını iyi bir başlık parası karşılığında evlendirmek olmuştu.
Kız kardeşlerinin çocuk yaşta evlenmelerine ses çıkaramadığı gibi, Mina onlar adına duyduğu üzüntüden dolayı, evlenmek zorunda kalan kendisi olmadığı için sevinememişti bile.
Erkek kardeşi ise, küçük yaşına rağmen büyük bir iş başarmış, hem yatılı hem de burslu okuyabilmek için girdiği sınavı kazanmıştı. Başta muhtar olmak üzeri araya girenlere babasının hayır deme şansı olmayınca çocuk İstanbul'a gitmişti. Bu aynı zamanda, bakacak kimsenin kalmadığı ve Mina'nın görevini tamamlayıp evlenme sırasının ona geldiği anlamını taşıyordu.
Tam o sırada, İzmir'den kalkıp köylerindeki tek derslik okula gelen Emrah Öğretmen, Mina'nın hayatına mucizevi bir dokunuşta bulunmuştu.
Emrah'ın destek ve yol göstermesiyle bu devasa mutfakta çalışabilmek için babasını ikna etmekte zorlanmamıştı. Adama göre paranın nereden geldiğinin önemi yoktu. Gelmesi yeterliydi.
Mina konuşulanların çoğunu anlamıyordu. Ama çalıştığı yerin ne olduğunu biliyordu.
İncirlik Hava Üssü diye geçiyordu burası. Çoğunluğu oluşturan Amerikalı askerlerin yanı sıra, Türk askerlerinin de eğitim aldığı büyük bir yerdi.
Düzene ve kurallara kolayca alışmış olsa da, savaş uçaklarının çıkardığı şiddet dolu ses, onu ilk duyduğundaki kadar ürkütüyordu.
"Mina dikkat et!"
Şefi onu uyarmakta geç kalınca avucunda ters tuttuğunu fark etmediği küçük bıçak, başparmağının başlangıç yerine derin bir kesik açtı. Zaman zaman bunu yapıyor, kendini bilmediği derinliklere atıyordu. Ne var ki bu defa ki dalgınlığı Mina'ya pahalıya mal olmuştu.
Canı acıyordu, ama acısı utancını bastırabilecek kadar güçlü değildi.
Uzun, ince ve nasırlı parmaklarının arasından akan kanı durdurabilmek için sağlam eliyle tampon yapmaya çalışırken, korku dolu bakışlarını şefine dikti.
Ürkütücü boyutta iri olan Şefi Süleyman'dan azar işitmesi sorun değildi. Fakat dikkatsizliğinden dolayı işinden olursa kendini asla affetmezdi.
Yosun yeşili gözlerindeki endişe artarak kaderini beklemeye devam ederken, Süleyman üç uzun adımla yanına geldi.
"Buradakiler insan eti tercih etmiyor, domuz eti yiyor."
Adamın söylediğini anlamıştı. Ancak ne anlatmaya çalıştığıyla ilgili fikri olmayan Mina hareketsizce dikilmeye devam etti.
Suratındaki hiçbir kası oynatmadan konuşabilme yeteneğine sahip olan Süleyman, genç kadının şaşkınlığını fark edince "Espri yapıyordum ve senin de gülmen gerekiyordu," dedi.
"Tabii, tabii efendim!" Mina gülmek için kendini zorladıysa da yaptığı hareket dudaklarını çarpıtmaktan öteye geçmedi.
Adam bu defa bir şey söylemeden Mina'nın uzun, dalgalı ve bakır rengi saçlarını bir arada tutan yemenisini çıkardı. Sonra da yerdeki kandamlalarına basmadan yemeniyi Mina'nın avucuna sarıp yarayı örttü.