23 Eylül 1994 Seul Hastane Binası - 20.08"Bay Jeon, lütfen, hastanın durumu ağır, onu dışarıya çıkarmanıza izin veremeyiz."
"Beyefendi, rica ediyorum çekilin. Kaçırmıyorum hastanızı, geri getireceğim."
Yaşlı doktorun karşımda ter akıttığını görüyor lakin ısrarlarıma devam etmekten çekinmiyordum, onu çıkaracaktım, söz vermiştim, ben sözümü her zaman tutardım ki ona verdiğim sözleri tutmamak gibi bir seçeneğim olmamıştı yıllar boyu, çocukluğumdu o benim.
"Size sadece bir saat veriyorum, bir saat sonra getirmediğiniz vakit ailesini aramaktan çekinmeyeceğim."
Başımı olumlu bir şekilde sallarken çatılmış kaşlarımı düzeltmiş, yaşlı doktorun önümden geçip hızlı adamlarla yanımdan ayrılışını seyretmiştim, tehlikeli olduğunun bilincindeydim fakat bana burada boğulduğunu söylerken dışarıya hasret kaldığını gözlerinden okuyabilmiş, bu ağır yükü üstlenmek durumunda kalmıştım, pişman olup olmayacağım ise meçhuldu.
Kapısını iki kez tıklatıp varlığımı haber ederek içeriye girdim, gözleri beni bulmamıştı, küçük penceresinden dışarıyı izliyordu, portakal ağacına küçük bir kuzgun konmuştu, bu kuzgun, bu yıllanmış portakal ağacının bekçisiymişçesine oradan hiç ayrılmaz, arada bir kuzgun dostlarını da misafir ederdi.
"Taehyung."
Kestane rengi gözleri anında beni bulurken yorgun bir şekilde gülümsemiş, beyaz hastane kıyafetlerinin izin verdiği kadar doğrulmuştu yatağında, dalgalı bal rengi saçları kabarık, dudakları şişti, yeni uyanmış olacak mahrurluk üzerindeydi, yanına ilerlerken gülümsedim.
"İzin alabildin mi? Çıkacak mıyız bugün?"
Sorusuna karşılık başımı sallamış, ondan hevesli bir el çırpışı kazanmıştım, kocaman gülümsüyor, ona sarılmam için kollarını uzatıyordu bana, ben de aynı şekilde kollarımı uzattım, nazikçe sırtına doladım, kıkırdadı, bu adamın kıkırtısı dünyamdı benim, bilmiyordu, bedenlerimizi ayırdım.
"Sadece bir saatimiz var, hazırlan."
Söylemimle ayaklandı, tökezleyecekken kolundan tuttum, ona küçük odasına kadar eşlik ettim, kumaş pantolonunu, kazağını giydirdim, yapamadığından değil, kendini zorlamasını istemediğimden, onu mutlu etmenin mutluluğunu duyarken bir şey olacak fikrine duyduğum endişemden, onu kendim hazırladım, beni dudaklarındaki küçük gülümsemesi, minnet dolu bakışlarıyla seyretti, işimiz bitince ayaklandım, bir elinden tutarak ona sırtıma çıkmasını söyledim, reddetmedi, zayıf düşmüş bedeni kuş gibiydi, başını başıma yasladı, kollarını boynuma doladı, sessiz bir şekilde, hastaların yahut doktorların bakışlarıyla çıktık hastaneden.
"Kuş Cenneti'ne gidelim, uzak da değil hem, olur mu Jeongguk?"
"Olur, gidelim."
Kıkırtısını işitmemle gülümsedim, kuşları severdi Taehyung, hastanenin yanında, hastaların sürekli ziyaret ettiği bir gölet bulunuyordu, insanlar orada sürekli kuşları beslediğinden kuşlar orayı yuva bellemiş, insanlar da bu güzel gölete Kuş Cenneti adını koymuştu, ferah, güzel, kuş seslerinin şen olduğu bir yerdi, Taehyung çok severdi lakin birkaç aydır durumu ağırlaştığı için hastaneden çıkamamış, bu çok sevdiği yeri ziyaret edememişti.
Kısa bir araba yolculuğunun ardından akşamın getirisiyle sayılı insanın olduğu yere gelmiş, Taehyung'u sırtlayarak küçük salıncağa oturtmuş, ben de yanına yerleşmiştim, gülümseyerek etrafına bakıyordu, kuşlar her zamanki gibi şendi, Ay ışığı küçük gölete vuruyordu, eğer çok şanslıysak ateş böceklerini dahi görebilirdik ki Taehyung'un sevinçten havaya uçacağına emindim, ateş böceklerini severdi, kendince şans getirdiğine inanırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bon jovi - always
Short Story"yıldızlar parlamayana dek yanında olacağım, gökyüzü patlayana ve sözler kafiye oluşturmayana dek." #angst