Babam beni hayallerime emanet etmişti.
Zihnim canımı yakabilir mi, baba?
Yakıyordu, çok yakıyordu. Babam böyle olacağını söylememişti.
Babam, zihnimin beni yıkmak için saldıran bir tür şeytan olduğunu söylememişti. Ondan nasıl korunacağımı söylememişti.
İki dünyam var benim; herkesin sahip olduğu, herkesin sahip olmayı umduğu. Gerçek ama acı olan, sahte ama umut aşılayan.
Birinden sıkıldığımda birine giderdim, sık sık eşini aldatıp metresine giden koca gibiydim. Tek farkla; hayat, onu aldatmama üzülmüyordu.
Hayat, beni aldatıyordu.
Gerçek olamayacak kadar saçma bir hikâyeyle karşıma çıkmış; tüm hayatımın, umutlarımın, mutluluğumun ateşe atılmış bir mumdan daha hızlı eriyerek yok oluşunu izliyordu.
Hayat buydu, acı veren.
Çırpınıyordum. Son dakikalarını yaşayan birinin yakarışlarındaydım belki de. Ama duymuyorlardı sesimi.
Ölüyordum ve umursamıyorlardı.
Beni görmemek için gözlerini, duymamak için kulaklarını kapatıyorlardı.
Yok oluşumu izliyorlardı. Zavallılığımı görünce mutlu mu oluyorlardı?
Ah, sakin olmalıyım. Yirmi yaşıma girmeme az bir vakit kaldı.
Gülümsemeli miyim, ağlıyorum.
Nefes alamıyorum bazen, tüm gücümü yitirdiğimi hissediyorum. Acı, tıpkı bir parazit gibi vücudumu yavaş yavaş ele geçiriyor.
Ufak bir ayıcık, tüm ailemi yanımda hissettirmişti. Ama yoklardı.
Olmayacaklardı.
Muhtemelen hepsi ölmüştü, ben de ölecektim. Ölüm kaçınılmaz sondu.
Dizlerimi yavaşca kendime doğru çektim ve elime geçen her şeyi odanın diğer tarafına fırlattım. Derin bir nefes aldım ve ağlamamı kesmeye çalıştım. Ağlamam bir türlü geçmeyince, pes ettim ve kendimi yatağa doğru bıraktım. Uykunun sihrini yapmasına izin verecektim. Ertesi gün için beni siyahtan arındırmasına izin verecektim.
Tüm vücudum kasılmıştı ve uykudan önce bir duşun beni rahatlatacağını düşünerek yataktan kalkmaya çalıştım. Yuvarlanarak yere indiğimde aniden kapı çaldı. Duş fikrini sonraya sakladım ve kapıya doğru koştum. Eylül gelmiş olabilirdi. Geçen gece o kitaplığının yönünü sağa çevirmeye çalışırken devirmişti ve bende kitaplıktan gelen ani gürültüyle su içmeye çalıştığım bardağı yere düşürmüştüm. Kırılan parçaları toplamamıştım ve bunlar kazara Eylül'ün ayağına batmış, oldukça derine saplanmıştı. Eylül de hastaneye gitmek zorunda kalmıştı.
Gözlerimde biriken ve saatlerce ağlamanın izlerini taşıyan gözyaşlarını aceleyle sildikten sonrakapıyı açtım.
Gelen Eylül değildi.
Karanlığın en karanlık tonuydu. Siyah, sanki onunla anlam buluyormuşçasına mükemmeldi onun üzerinde. Üflediği her nefes, sanki içinde zincirlere bağlanmış bir acı barındırıyordu. Üzerime diktiği gözleri, adeta asaleti temsil ediyordu. Kusursuzdu. Benim sonum olmak için fazla kusursuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHNE (#Wattys2015)
Teen FictionDoğru sandıklarımız aslında bir yalan, ve yanlış bildiklerimiz aslında gerçeğin ta kendisiydi. O kadar çok hayal kurmuştuk ki, gerçeğin ne olduğunu ayırt edemiyorduk. "Artık hayal kurmuyorum, yıkılmaları canımı yakıyor." Bu bir masal değil, bir den...