Kış günüydü.
Dışarıda lapa lapa kar yağarken biz matematik dersindeydik. Herkes hocayı dikkatle dinlerken ben arka sırada olmanın verdiği rahatlıkla seni izliyordum.
Her zamanki gibi.
Yine çok güzeldin.
Hocanın sorduğu her soruya anında parmak kaldırıyor, söz hakkı alınca heyecanlı heyecanlı konuşuyor, düşen yuvarlak gözlüklerini minik parmaklarınla burnuna doğru itiyor ve beni tatlı krizine sokuyordun.
Bu hiç adil değildi. Güzelliğin ve tatlılığın yüzünden ölüm tehlikeleri atlatıyordum ve senin bundan haberin bile olmuyordu.
Uçlarını mora boyadığın yeni saçlarını yine minik parmaklarınla kulağının arkasına götürüp hocanın sözünü dinlemeye devam ettin.
Hoca test kağıdı dağıttığında ayaklarınla yerde bir ritim tutarak soruları hızlı hızlı okuyup çözüyordun. Benim belki dakikalarca okuduktan sonra anlayabileceğim soruları sen saniyeler içinde çözüyor bir diğerine geçiyordun.
Dakikalar dakikaları kovaladı ve hocamız dersin sonuna doğru bir ödevden bahsetti. 2 kişilik gruplar halinde yapacağımız bir ödev.
Matematik alanında ün salmış bilim insanlarının hayatlarını araştıracak ve slayt halinde sunacaktık.
Hocamız ödevi anlattıktan hemen sonra teneffüs zili çaldı. Herkes seninle grup olmak istiyordu.
Haklılardı ama birazcık kıskanmıştım işte.
Kıskançlığın vermiş olduğu özgüven midir bilinmez ben de seninle grup olmak istediğimi söylemiştim.
Söylemiştim söylemesine ama normalde çok nadir konuştuğum için tüm sınıf bir anda susmuş ve şaşkın gözlerle beni süzmüştü.
Jungkook'tum çünkü ben. Kimseyle konuşmaz, en arka sıraya oturur ve okulun bitmesini beklerdim.Sen de şaşırmıştın, şaşırınca da çok tatlı oluyordun...
Birkaç saniye içerisinde şaşkınlığından sıyrılıp gözlerini kısarak gülümsedin ve kabul ettin isteğimi.
Bana bakarak gülümsediğinde yemin ederim bir an için öldüğümü sandım.
Teklifimi kabul edince ben de yüzümü yere eğerek utangaç bir gülüş sundum sana.
Bir sonraki teneffüs ödev hakkında detayları konuşmamız gerektiğini söylemiştin, başımı salladım yavaşça.
Gün belirledik ve araştıracağımız kısımları bölüştük.
İlk defa bir ödevi yaparken bu kadar heyecanlıydım.
Küçük sevimli bir kafede buluşmamız için mesaj atmıştın. Elbette kabul etmiş ve buluşma saatimizden 1 saat önce kafeye gelmiştim.
Abartıyordum ama elimde değildi.
Seni seviyordum.
Sonunda kapıdan girdiğini görmüştüm. Dolgun dudaklarını süslemek istercesine sürdüğün parlatıcın, soğuktan kızarmış olan küçük burnun ve tombul yanakların, kafandaki tatlı gri bere ve üzerindeki siyah sana bol gelen kazağınla seni ısırmam için yalvarıyor gibiydin.
Gerçekten Jimin, bu kadarı fazlaydı.
Beni gördüğün anda kocaman gülümsemeni takınıp hızlı adımlarla yanıma geldin. Üşümüştün ve ben o minik ellerini ellerimle ısıtmak istedim. Seni montumun içine sokup orada saklamak istedim.