Herkese selamlar.
N'abersiniz? Ben iyiyim. Yeni bölümü getirdim koşa koşa.
Sizi çok bekletmeyeyim dedim.
Ama küçük bir rica. Yb sınırımız var artık.
20 oy ve 30 yorum olsun. :) Ve profilimi takibe alırsanız duyurulardan haberdar olabilirsiniz.
İyi okumalar.♥
4.BÖLÜM
Merkezde gezintimiz boyunca girmediğimiz mağaza kalmamıştı. İsra süratle kıyafet denemiş, çeşit çeşit takılar ve ayakkabılar almıştı. Lakin bir türlü yorulmak nedir, bilmemişti. Ben ise tükenmiştim. "İsra, yeter mi artık? Tükendim valla." Eli askıları karıştırırken durdu ve bana şok olmuş bakışı attı. "Daha akşam olmadı, ne çabuk yoruldun?"
"Şakacı seni... Kahvaltı yaptıktan sonra kalkıp mağazalara dadandın. Saat 17.56 ve biz hala ayaktayız. En azından bir şeyler içmeye gidelim."
"Hadi ya," diyerek kolundaki saatine baktı. "Oo, gecikiyoruz. Acele et Mavili'ye yetişmemiz gerekiyor."
Eline aldığı kıyafetleri geri askılara koyarken elimden tutup çekiştirdi. "Mavili'de ne yapacağız İsra?" diye sordum peşinden sürüklenirken.
"Şey ya, dedin ya bir şeyler içelim. Bilmiyorsun sen tabi, Mavili'ye yeni kural koymuşlar belli saatlerde alıyorlar. Yarım saat içinde gitmemiz lazım oraya."
"Ne saçma," diyerek gözlerimi devirdim ve elimi bırakması için durdurdum. "Sakinleş, taksi ile yetişiriz. Zulmetme kendine de bana da."
"Ay ne bileyim, heyecan yaptım."
Mağazadan çıkıp yakındaki bir taksi durağına gittik. Beş dakikalık bir beklemenin ardından taksi gelince binerek gideceğimiz yeri söyleyerek aramızda sohbet etmeye başladık. Bana ben yokken başka neler olduğunu milyonuncu defa anlatmaya başladığında bende ilkmiş gibi dinlemeye devam ettim. Zaten kısa süren yolculuk ile gideceğimiz yere ulaşmıştık.
Taksi ücretini ödeyerek indik ve kocaman girişin önünde İsra'ya baktım. "İsra burası bi' ıssız geldi." Etrafta başka kafe yoktu. Geldiğimiz kafenin adı Mavili olsa bile mavi ile pek alakası yoktu. Tabelada yazısı bile siyah neon lambalarla çevriliydi.
"Böyle göründüğüne bakma içerisi çok güzel. Güven bana," diyerek beni ikna etmeye çalıştı. "Bir şey olmayacak valla bak."
Ne kadar istemesem de oyunbozan olmamak için başımı sallayarak İsra'nın koluma girip beni içeri sürüklemesine izin verdim. Büyük kapıdan geçtikten bir müddet sonra gözüme mavili renkler çarpmaya başlamıştı. Birkaç adım attıktan sonra ise büyük bir patlama sesiyle yerimde irkilmiştim.
"İyi ki doğdun Mihra! İyi ki doğdun Mihra! İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Mihra!" Üzerime dökülen renkli kâğıt parçaları ile beraber gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.
Ağabeyim, Tarık ağabey, Güney ağabey, Nalan, İsra, Gökmen ve Görkem karşımda durmuş el çırpıyorlardı. Ellerimle yüzümü avuçlarken yerimde zıpladım küçük bir çocuk gibi. "İnanamıyorum size, ben bile unutmuştum ya," diyerek güldüm. Ağabeyim elindeki mumları yanan pasta ile bana yaklaştı.
"Ağla diye yapmadık biricik." Dedi, pastayı işaret etti. "Üfle de pasta yiyelim."
"Mehmet, öküz müsün? Dilek dile, der insan." İsra'nın cümlesiyle hepimiz şaşkınca ona bakarken Mehmet ağabeyim öksürdü yavaşça. İsra ise durumu toparlama adına sırıtarak ağabeyimin omzunu silkeler gibi yaptı. "Yani kız dilek dilesin Mehmet ağabey."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pabucumun Ağabeyi
Teen Fiction"Abi, demen lazım bücürük." Mihra kaşlarını çatarak kendisinin boyundaki çocuğa baktı. Minik işaret parmağını sol gözünün altına bastırıp aşağı kaydırarak dil çıkarttı. "Pışşık! Asıl senin bana bücürük yerine Mihra demen gerek." "Yok, sen bücürüksün...