Yayınlanma tarihi:
26 Ocak 2021
16.14.
.
.
.
.
.Hasna'nın ses vermeyen değerli okurları! Bir ses verseniz de bu acizle yorum ve görüşlerinizi paylaşsanız olmaz mı 🙈🙈🙈 deyip sizi bölümle baş başa bırakıyorum 🥰
.
.
.
.Gün akşama doğru akıyordu. Saatlerdir buradaydım. Samanların üzerine oturmuş çaresizce bekliyordum. Güneşin batmasına az kaldığını görmek korkutuyordu beni. Koskoca bir gece burada bir başıma ne yapardım? Nasıl dayanırdım? Tek başına kalmaya daha çocukluktan alışan ben ne çare ki burada yalnız kalma cesareti gösteremiyordum. Korku iliklerime kadar işlemiş birazdan havanın kararacak olmasının düşüncesi beni tir tir titretiyordu. Bir gece de değil hani. Burada ne kadar kalacağım meçhul. Belki günlerce burada kalacaktım kim bilir? Halam ne zaman insafa gelirdi bilinmezdi. Bu düşünceler içinde iken aklıma ortalık kararmadan halam ya da eniştemin hayvanların yemini vermek için ahıra mutlaka indiği geldi. Birazdan onlardan biri gelirdi. Bu düşünce ile yüzüm aydınlandı. Hafifte olsa korkum geçti. Belki insafa gelmiştir halam, diyerek minik bir umut fısıltısı yerleşti yüreğime. Gelince çıkarırdı belki beni kim bilir? Umarım çıkarır diye dualara durduğum esnada gözüm yaralı elime kaydı. Kan durmuştu. Sadece biraz sızlıyordu. O sırada buraya doğru gelen ayak sesi duydum. Kalkıp kapıya dayandım ve sesi dinledim. Evet! Evet biri buraya doğru geliyordu. Acaba eniştem miydi gelen yoksa halam mıydı? Sahi eniştem bizi beklemeyin demişti giderken laf arasında bir ara ve eklemişti. "Bu gece Fuat Efendilerde kalırız belki. Ne zamandır davet edip duruyor. Gitmişken bir uğrayalım." Unutmuştum eve dönmeyeceklerini.
Fuat Efendi kimdi bilmiyorum. Bir akrabası olmalıydı ya da arkadaşı. Neyse ne? İşte bu gece orada kalacaklardı büyük ihtimalle. Yaklaşan ayak sesleri ile beraber söylenmeler de olduğuna göre gelen halamdı. Yan taraftan takırtılar geldi az sonra. Seslendim. Cevap vermedi. Bir müddet geçince kapının önünde bir hareketlenme oldu. Kapıyı açmaya çalışıyordu. İnsafa gelmişti demek. Sevindim. Sevinçle kapıya baktım. Buradan çıkacak olmanın mutluluğu vardı bende. Kapı açıldı. Halam öfkeli bakışlarıyla beni süzdü. Gözlerindeki öfke hayra alamet değildi. Biraz bile yumuşamamış olduğunun apaçık deliliydi.
"Ne o? Seni çıkaracağımı mı sandın? Otur oturduğun yerde."
"Hala yalvarırım etme." diyerek ona yaklaşıp koluna sarıldım.
"Hadi oradan!" dedi ve beni sertçe itti. İtmesiyle yaralı elimin üzerine düştüm.
"Ah!" Canımın acısıyla inlemiştim.
"Kolay kolay seni affedeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun." dedi ve duvarın dibindeki dolu çuvallara yöneldi.
Yerden doğrulmaya çalıştım. Duvarın kenarında üst üste dizili olan çuvallarda hayvanların yemleri vardı. Yem torbalarından birini sırtlayarak kapıya yöneldi. Hiç konuşmadı. Sadece kapının önünde durdu ve başını çevirip bana baktı. Nefret dolu bakışlarla beni süzdükten sonra çıktı ve hemen kapıyı üzerime kapatıp kilitledi. Meğer beni çıkarmak için değil hayvanların yemini almak için kapıyı açmıştı. Yine de seslendim ona bir umut. Ama cevap vermedi. Yarım saate yakın duvarın ardından tıkırtı sesleri ve hayvanların sesleri geldi. Arada söylenir gibi oluyordu. Ne diyordu tam olarak anlaşılmıyordu. Muhtemelen yine bana ve anneme saydırıyordu. Tıpkı her zaman olduğu gibi... Bir müddet sonra sesler kesildi. Eve gitmiş olmalıydı. Yine yalnızdım işte. Yapayalnız bir başıma. Bu geceyi burada geçirecektim. Belki yarın geceyi de... Sonra diğer geceleri.
"Af Allahım!" diyerek derin bir nefes alıp verdim. Geceyi burada geçirecek olmanın düşüncesi çepeçevre sarmıştı beni. Yeniden korkunun kucağında buldum kendimi. Başımı ellerimin arasına aldım. Korku dolu düşüncelerimi bastırmak için iyice gömüldüm oracığa, az önce düştüğüm yere. Dakikalarca öyle kaldım. Karnımın gurultusuyla doğruldum. Acıkmıştım. Üstelik dilim damağım da kurumuştu. Elimi karnıma bastırdım açlığımı susturmak adına. Sabah kahvaltısından beri ağzıma yiyecek bir şey koymamıştım. Haliyle acıkmıştım. Biraz su olsaydı yanımda ne iyi olurdu. Gerçi ahırın önünde su çeşmesi vardı. Fakat kapı kilitliydi. Ah! Buradan çıkabilseydim keşke. Gidip kana kana içseydim. Ne çareki burada hapsedilmiştim. Hem de suçsuz yere. Bir mahkum edasıyla kaderime razı gelerek kalktım yerden. Samanları biraz toplayıp kendime uzanacağım bir yer hazırladım. Etrafa göz gezdirdim. Kenarda gözüme ilişen boş çuvalı alıp üzerine yaydım. Ardından üzerine uzandım. Hava soğumuştu sanki. Üşüyordum. Hırkamın önünü ilikleyip kollarımı birbirine doladım. Cenin pozisyonuna girdim. Hava kararmaya başlamış içerideki aydınlık azalmıştı. Uyumak niyetindeydim. Uyursam zaman daha çabuk geçerdi belki... Unuturdum yalnızlığımı... Unuturdum açlığımı...
Unuturdum bedenimdeki üşümeyi...
Unuturdum hiç geçmeyen kimsesizliğimi...
Gerçi kimsesiz değildim. O vardı. Yani ki Allah. Yani ki bu Kâinatın Sahibi. Yani ki benim Halık'ım. Mevla'm. Her an yanımda olan O vardı. Beni koruyup kollayan. Beni yalnız bırakmayan. Ama ben bunun idrakinden çok çok uzaktaydım. Şu dört duvar arasında bir başıma olarak görüyordum kendimi. Oysa Rabbimizin sayısız mahluku ve abdi etrafımı çepeçevre sarmıştı. Gece bir örtüydü mesela. Rahman tarafından üzerimize örtülen. Gökyüzüne takılan ay bir lambaydı mesela. Gecelerimizi aydınlatan, karanlıkta kalanlara, karanlıkta yürüyenlere bir mumdu, bir ışıktı, bir yoldaştı, bir yol gösterendi. Yıldızlar binler gözdü geceyi süsleyen ve yeryüzü sakinlerini izleyip gülücükler atan ve dahi gülümsetip yüreklerini şenlendiren. Birer teselli durağıydı. "Yalnız değilsiniz buradayız biz. Yanınızdayız. Sizi izliyoruz." diyorlardı manen. Ama duyanlara...
Ama görenlere...
Ama idrak edenlere...
Ne yazık ki ben onlardan biri değildim o zamanlarda. O kadar kördüm ki gözümün gördüğü yalnızlığın dehşetinden kaçmak için uykunun kollarına sığınıyordum.Dakikalarca belki de saatlerce öylece gözümü kapatıp bekledim. Ama ne çare. Sığınmak istediğim uyku bugün gözlerime uğramak şöyle dursun kıyısından bile geçirtmemişti. Eee aç ve üşüyen bir insan nasıl uyusundu ki? Üstelik alnım ve elim de sızlıyordu. Açlıktan karnım ağrıyordu. İyice büzüşmüştüm uzandığım yere. Karnıma baskı uygulayarak açlığımı yatıştırmaya çalışırken bir yandan da ısınmak için kollarımı birbirine daha çok doluyordum. İyi hisseder gibi oluyordum. O zamanlarda gözlerimi biraz daha sıkı kapatıyordum. Uyumak için can atıyordum. Ama uykunun geleceği yoktu. Diğer tarafa döndüm. Bir müddet de öyle kaldım. Bir ara dalar gibi oldum sanki. Fakat yan taraftan gelen ani bir gürültü ile yerimden sıçrayıverdim. Tıkırtı sesleri geliyordu. Birkaç inek ses çıkarıyor mölüyordu. Ne oluyordu acaba yan tarafta? Olduğum yerde korkuyla duruyordum. Sesler gittikçe artıyordu. İnekler oradan oraya kaçışıyor gibiydi. Bir şeyler devriliyordu. Sesler arttıkça içimdeki korku daha da kök salıyordu. "Neler oluyor bu hayvanlara acaba?" dedim içimden.
Kurt mu gelmişti yoksa? Kesin kurt olmalıydı. İyi de kapılar kapalı, pencerelerde yüksekte. Giremezdi ki. Kendi kendime tahminler yürütüyordum işte. Kalbim hızlı hızlı atıyor nefes alış verişlerim düzensizleşmişti. Korkuyordum. Hem de çok... Açlığımı, üşüşümü ve sızlayan yaralarımı unutmuştum.
Elime bağladığım annemin eşarbına gömdüm başımı. Ona sığınırsam teskin olurdu belki yüreğim. Geçerdi belki korkum.
"Anne! Anneciğim!" diye fısıldadım. Korkunun ve çaresizliğin her rengini taşıyan fısıltım gecenin siyah örtüsünü delip geçerken ben sessizce ağlıyordum. İnekleri bu denli korkutan şey her neyse ya buraya da girmeye kalkışırsa? Ne yapardım o zaman? Bu tahmin aklıma geldikçe daha da ağlıyordum. Hıçkıracak oldum bir ara. Elimle ağzımı sımsıkı tuttum. Ses çıkarmamalıydım. Şayet yan tarafta inekleri korkutan şey varlığımdan haberdar olursa buraya da gelirdi çabucak. O yüzden sessiz olmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HASNA (Devam Ediyor)
Teen Fiction"Bacağımı mı keseceksiniz?" "Evet. Maalesef. Kaybedecek zamanımız yok. Hemen şimdi sizi ameliyata almamız gerekiyor." Bir çırpıda söylemiştim bunları. Deminden beri boğazımda sıkışmış ve söylenmeyi bekleyen tüm kelimeleri işte şimdi bir anda özgür b...