“Oturdukları ev, “Eski Vali Konağı” olarak bilinirdi o yerin ahalisi tarafından… Eskiden valiler bu üç katlı ahşap konakta otururlarmış. Şimdilerde ise, her katı birbirinden ayrılarak üç ayrı ev oluşturulmuş. Konağın bulunduğu yer o kadar ilginçti ki… Şehrin limanını gören kocaman bir meydanın tam orta yerinde tek başına ama tüm heybetiyle ayakta durmaya çalışırdı bu konak…”
“Ayakta durmaya çalışmak”… Yok, yok! Bu tarif sanki, konağa şöyle uzaktan bakmayı seçmişlerin anlatışıydı… Bu konak, yıllara meydan okuyarak ve değişen her bir çağın insana hayat veren o yeni misyonuna sahip çıkarak, hayata sapasağlam ve bütün gücüyle tutunuyordu. Kendinden başka nice nefese de güçlü bir soluk oluyordu konak; konağın duvarlarına yaslananların gördüklerine ve anlatışlarına göre.
Bundan 50- 60 yıl öncesine kadar şehrin Paşa - Valisi’nin Konağı iken, şimdi tazelenmiş şekliyle üç ayrı aileye barınaktı işte. Üç ayrı aile, üç ayrı yaşam biçimi ve üç ayrı hayat çizgisi… O heybetli konağın tek çatısında, konağın asil himayesi ile toplanmış; üç ayrı ses… Bu sesler, öylesine birer sesti ki; birbirlerinin varlığından haberli ama birbirlerinin varoluşundan hiç anlamayan…
Konağın daha üçe bölünmemiş, yekpare bir kaleyi andıran zamanlarından kalma - denize gören tarafına ön yüzü dersek - arka tarafında, dar bir yola bakan kocaman, heybetli bir kapısı vardı. Yetmişli yılların başında o konağın içine bu büyük kapıdan girdiğinizde geniş merdivenlerle konağın üçüncü katına çıkardınız… Eğer bu konağa ilk defa yolunuz düşmüş ve konağın diğer cephelerini tanıyamadan yine ilk kez, o daracık yol, bu kapı ve merdivenle tanışmışsanız; hele bir de çok derin çizgileri göremeyen gözlere sahipseniz, ta uzaklardan görünen konağın birinci ve ikinci katı “ne zaman ve nasıl sırra kadem bastı” diye şaşar kalırdınız…
Merdivenlerde bu sırlara gömülmüş ilk iki katı düşünürken, sizi yukarıya götüren merdivenlerin sonunda bir “hayat”la karşılaşırdınız. Merdivenlerin son basamağında şaşkınlığınız tam dindi derken; bilmecenin ikinci sorusu yanı başınızda biterdi. Bu basamakta sağınızda, solunuzda ve önünüzde birer kapı daha bulurdunuz… Sağ kapı banyo ve yatak odalarına; sol kapı mutfak, kiler ve yemek odasına; önünüzdeki kapı ise neredeyse konağın diğer odalarının tamamını kaplayan genişliğiyle insana sonsuzluk hissi veren büyükçe bir salona açılırdı. Konağın planının heybeti insanı ne kadar şaşırtıyorsa; mekanın insana en eğlenceli gelen tarafı ise bütün odaların ikişer kapısı ile kendinden bir öncekine ve bir sonrakine bağlanmasıydı.
Hatta bazı odalar arasında küçük bağlantı sofacıkları ve koridorları dahi vardı. O konakta yıllarca at koşturan çocuklar eminim; o neşeli koşuşlarına ara vermeyi akıl ederek bir kez olsun konaktaki oda ve sofa sayısını saymayı düşünememişlerdi. Herhalde, bu son katta; mutfak, banyo ve salonu saymazsak; oda ve sofa sayısı altı ile sekiz arasında değişiyordu. Konağı gezmeye sağ kapıdan başlarsanız; salonun merkezinde dönen bir çemberle sol kapıdan; koşmaya başladığınız konağın o son merdiven basamağına rahatlıkla ulaşırdınız. Ya da tam tersi? İnanmadınız mı? Tamam; şu koşup duran çocuğu durdurmanız mümkün olursa, sorun hele bir… Yetişemediniz mi ona? O zaman, siz de şu çocuğu -yetişmek telaşınızı bir kenara bırakarak- takip ederek kendi çemberinizde koşun… Koşun, koşun… Ne eğlenceli! Ne bilmeceli! Değil mi?..
Koşmak istemediniz mi? Ya da biraz koştuktan sonra, o koşan çocuğun enerjisine yetişemeyerek nefes nefese mi kaldınız? Durun, durun o zaman… Durun ve düşünün bir soluk… Ne hikayeler saklı acaba bu konakta? Hangi dertlerin sırdaşı ve arkadaşı olmuş o konak duvarları? Dayandığınız duvara soruverin bir? Her ona dokunuşunuzda; hangi yüzyıllardan, hangi yıllardan size ses getirir bu sabırlı duvarlar? Duyuyor musunuz? Duvarlar ses vermiyor mu dediniz? Yok, duvarlar konuşmamaya yemin etmiş zamanın bir yerinde, katiyetle… Siz, onların duruşundan anlayacaksınız; size gönülden fısıldadıkları hikayeleri…
İşte, koskocaman konağın gördüğü; gördüğü halde, mağrur duruşu ve asaleti ile bize bağırarak söylemediği, “belki de, bizim onun bakışından anlamamızı istediği” bir hikaye bu, karşımızda duran. Anladıklarımızı anlatacağımız; ya da anlayabildiklerimizi anlatamayacağımız; fakat her şeye rağmen anlamanızı özleyeceğimiz bir hikaye var, içimizde şu an.
Konağın bakışındaki o “Belki”, sizin yüreğinize su serpmiyorsa; yolunuz ve gönlünüz yönünü o konağa doğru anlama arzusu ile çevirsin. Konağın arkasındaki dar sokaktan, konak kapısına doğru hızlansın adımlarınız. Durun, şöyle bir derin nefes alın; hikayenin kapısını tıklatmadan önce.
Tamam, şimdi! Konak kapısının tokmağını çalın şöyle usulünce, tam da iki vuruş… Sonra da, Konağın aralanan o büyük ve sağlam kapısından girin içeri… Kulağınızı konağın duvarlarında yıllardır çınlayan hikayelerden birine verin… Yürekler hikayelerden yalnızca birini anlasa yeter bize; diğerleri kendiliğinden dile gelir…
Tam başımızı uzatırken, şöyle aralandı hikayenin kapısı:
“Oturdukları ev, “Eski Vali Konağı” olarak bilinirdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Konak
Short Story“Oturdukları ev, “Eski Vali Konağı” olarak bilinirdi o yerin ahalisi tarafından… Eskiden valiler bu üç katlı ahşap konakta otururlarmış. Şimdilerde ise, her katı birbirinden ayrılarak üç ayrı ev oluşturulmuş. Konağın bulunduğu yer o kadar ilginçti...