Günler hızla geçerken yaralarım iyileşti. Ancak sadece kırbacın açtıkları. İçimdekiler ise her zaman oldukları yerdelerdi. Beni asla bırakmayacaklarına inanıyordum.
Yaralı bir şekilde yatağımda uzanıp annemin bana hediye ettiği kitabı okurken Deirdre teyzem beni kontrol etmeye geldiğinde kitabı telaşla saklamıştım. Ne olur ne olmazdı. Çünkü biliyordum ki eğer o kitaba zarar gelecek olursa gazabımı kimseden sakınmazdım. Suçlu ya da suçsuz.
Açıkçası beni deli gibi kırbaçladıktan sonra kontrol etmeye gelmesi kulağa öyle ironik geliyordu ki bazen kahkahalara boğuluyordum. Bir ağlama kriziyle sonlanan kahkahalara. Komikti ve üzücüydü, benimle resmen oynuyordu. Kendisi devasa -Deirdre teyzem gerçek anlamda kiloluydu- bir köpek balığıyken ben zavallı, minik bir balıktım. Bunca yıldır av olmaya, çirkin oyunlara alet edilmeye alışmıştım. Üstelik beni kırbaçladıktan sonra ona karşı hala nazik davranmamı bekliyordu. Bunu yapıyordum çünkü yapmasaydım başıma kırbaçlanmaktan bile kötü şeylerin geleceğini biliyordum. Biri bana korkağın teki diyecek olsaydı ona kızmaya hakkım yoktu. Çünkü öyleydim.
"Hadi ama Nevara." dedi Lorelei. "Eğlenceli olacak."
Bu akşam bir balo vardı ve bu konuda surat asmaktan vazgeçmiyordum. Çünkü katılmak istemiyordum fakat bulunduğum pozisyondan dolayı bunu yapmak zorundaydım. Sanki artık bir önemim varmış gibi. Sanki hala bir prensesmişim gibi. Artık hiçbir şeydim ve bunu kabullenmekte hiç de güçlük çekmiyordum. Hiç kimsenin hiçbir şeyiydim. Kraliçe'nin sevgili kızı Prenses Nevara değil. Sadece Nevara. Darya'dan başka kimsesi kalmamış olan Nevara.
"Olmayacak." diye homurdandım. "Hep aynı şeyi söylüyorsun."
"Ama," Gözleri parladı. "Bu akşam baloya Avonlea'nin Calder'ı da katılacak."
Darya şok dolu bir ses çıkardı. "Prens Calder da mı orada olacak?"
Lorelei başıyla onayladıktan sonra bana baktı. "Ve hepimize birer dans bahşedeceği kesin. Oldukça kibar biri olduğunu duydum."
Sanki çok da umrumda, demek istedim. Güney'in prensinin balodaki davetlilerin arasında yer alması neden umrumda olsundu ki? Onunla evlenip buradan gitme umudum yoktu. Gerçi zaten elimde olsaydı onunla kendim evlenmez, Darya'yla evlenmesini sağlardım. Çünkü Darya bu lanet yerden kurtulmayı benden daha çok hak ediyordu.
Kaşlarımdan birini kaldırdım. "Ya?"
Beni dirsekledi. "Hadi ama, hiç heyecanlanmıyor musun? Bir prensle tanışacaksın."
"Hayır, heyecanlanmıyorum." diye söylendim.
Yardımcım Ginevra saçlarımı örerken bizi dinliyordu -bunun farkındaydım- fakat tek kelime etmiyordu. Normalde odada bir hizmetkar varken asla bu şekilde konuşmazdık falat Ginevra'ya güveniyordum. Kendisi Hurley'den geliyordu, bu nedenle tatlı, boğuk bir aksana sahipti. Deirdre teyzem bunu kesinlikle yasaklamış olsa da kırbaç cezası aldığım ve birkaç günlüğüne adeta yatalak kaldığımda bana gizlice Doğu'dan gelen bazı hikayeler anlatırdı. Benim için Deirdre teyzeme karşı çıktığına inanamıyordum.
"Ne tuhafsın." diye söylendi Lorelei.
Ginevra saçımı bitirdiğinde aynaya baktım. Lacivert saçlarımın üst kısmı örülmüştü, salık kısımları ise gece vaktindeki deniz gibi dalgalanıyordu. Sıra ne giyeceğime gelmişti ki Lorelei bunu benim için çoktan seçmişti zaten. Üstünde gümüş rengi yıldızlar olan lacivert bir kumaştı.
Herkese arkalarını dönmelerini emredip gövdeme doladığım sıradan kumaşı çıkarıp o güzel kumaşı sardım. İpekten yapılmış olmalıydı, yumuşacıktı.
Krallığımıza tüm kumaşları insan korsanlar getirirdi. Onlarla yüzlerce yıllık bir anlaşmamız vardı. Bizi avlamayıp onun yerine güzel kumaşlar getirmelerine karşılık onlara hazineler veriyorduk.
"Madem hazırsın," dedi pembe bir kumaşın içindeki Lorelei. "Gidelim öyleyse."
Darya ise gümüş rengi bir kumaş giyiyordu. Bu öyle metalik bir renkti ki kırmızı saçlarını canlı alev gibi gösteriyordu. Kendimi sırıtmaktan alıkoyamadım. Darya gösterişi severdi.
Kaşları çatıldı. "Neye gülüyorsun?"
"Harika görünüyorsun." dedim dürüstçe.
"Ah, öyle!" dedi Lorelei coşkuyla. "Ve sen de."
"Teşekkür ederim." dedim. "Sen de çok güzel görünüyorsun."
Doğruyu söylüyordum. Uzun mu uzun sarı saçları, kalp şeklindeki yüzü, hafif yanık teni ve iri kahverengi gözleriyle Lorelei onu gören her erkekte derin bir iz bırakan türden bir kızdı.
"Teşekkürler." dedi kapıdan dışarıya heyecanla yüzerken.
Prens için bu kadar heyecanlanmasını anlayabiliyordum. Sonuçta onunla evlenmek için bir şansı vardı. Hem hangi genç kız yakışıklı ve nazik bir prensle evlenmek istemezdi ki?
Fakat Asherah'nın Prens'i ona kaptıracağını hiç sanmıyordum. Önce kendisi sahip olmadan başka birinin bir şeye sahip olmasına asla izin vermezdi.
Balo salonuna yüzerken sıkıntıyla iç geçirmemeye çalıştım. Sıkıntımın sebebi kalabalık alanlarda herkesin sırtımdaki izlere bakmasıydı. Onları gururla değil, utançla taşıyordum. Eğer savaş yaraları olsaydı gururlanırdım fakat değillerdi. Sadece ne kadar acınası bir halde olduğumu gösteriyorlardı.
Salona girdiğimizde bütün gözler bize çevrildi. Prenses'e ve yanındaki hiçbir şey olan kuzenlerine. Herkes Lorelei'e hayranlıkla bakarken kıskançlığımı bastırmaya çalıştım. Eğer annem hala burada olsaydı hayranlıkla bakılan ben olabilirdim, biz olabilirdik. Ve misafirlerin selamladığı kişi tüm cüssesiyle tahtına yayılmış olan Deirdre teyzem olmazdı.
Sonra onu gördüm. Prens'i. Kalabalığın kenarında süzülüyordu. Kıvırcık siyah saçlarının üzerinde gümüş, zarif bir taç duruyordu. Gözleri geceleri denizin aldığı renkteydi. Neredeyse siyah olan mavi. Bembeyaz teni yara izleriyle kaplıydı. Bunların benimkilerin aksine savaş yaraları olduğuna hiç şüphe yoktu. Öyle yakışıklıydı ki hiçbir kızın ona kapılmamasına imkan yoktu. İtiraf etmeliydim ki beni bile oldukça etkilemişti. Hem de aramızda bunca mesafe varken.
"İşte, orada!" diye fısıldadı Darya.
"Gördüm." diye geri fısıldadım.
"Çooook yakışıklı değil mi ama?" dedi kelimeleri uzatarak.
"Kes şunu, Darya."
"Of, ne var bunda?"
"Yakışıklılığı bizi ilgilendirmez. Hiçbir şeyi bizi ilgilendirmez."
"Bu kadar huysuz olmayı bırakmalısın. Çünkü tam şu anda onunla tanışmaya gidiyorum."
"Ne-" diyecek oldum fakat çoktan fırlamıştı bile.
Prens'e doğru yüzerken yirmilerinin başında görünen Calder, yeterince yaklaştığında onu fark etti. Darya mükemmel bir reveranstan sonra coşkulu bir şekilde kendini tanıtmaya başladığında ise dudaklarında minik bir gülümseme belirdi. Vay canına, sahiden de nazikti. Oysa gözlerini devirmesini ve Darya'yı başından savmasını beklemiştim. Sonuçta o bir prensti. Kraliyet ailesinin tek çocuğuydu. Asherah gibi olmasını beklerdim. Yani kibirli pisliğin teki.
"Kız kardeşim de orada." dediğini duyduğumda panik aniden vücudumu sardı. Lanet olsun, Darya! Bana döndü ve, "Nevara!" diye seslendi.
İçimden ona lanetler yağdırarak onlara doğru yüzdüm. Sonsuz gibi gelen bir sürenin sonunda yanlarına vardığımda kalbim küt küt atıyordu. Bunun fark edilmemesini umdum.
Prens bana reverans yaptığında ise ağzım açık kaldı. Bana neden reverans yapıyordu? Artık bir prenses değildim. Reverans yapan ben olmalıydım. Lanet ağzımı hızla kapattım.
"Leydim." dedi kadifemsi bir sesle.
Bunun hayatımda duyduğum en harika ses olduğuna hiç şüphe yoktu.
Hızla reverans yaptım. "Ekselansları."
Güzel gözleri parladı. "Çok güzel görünüyorsunuz."
Başımı eğdim. "Teşekkür ederim. Siz de öyle."
Koyu renkli kaşları kalktı. "Güzel miyim?"
Darya'nın gülmemek için kendini zor tuttuğunu gördüm.
Yanaklarımın kızardığını hissettim. "Öyle demek istemedim. Ben..."
Melodik bir kahkaha attı. "Sakin olun, lütfen. Ne demek istediğinizi anladım."
"Prens Calder."
Asherah birdenbire aramıza girdiğinde öfkenin her yanımı sardığını hissettim. Çenemi kapalı tutabilmek için öyle bir sıktım ki kırılacakmış gibi hissettim. Öfkemi içimde tutmalıydım. Özellikle de böyle bir ortamda.
Prens ona da reverans yaptı. "Leydim."
"Sonra görüşmek üzere, Ekselansları." diye mırıldandım ve oradan adeta kaçtım.
Çünkü tahtın üzerinden bana atılan onaylamaz bakışları fark etmiştim. Deirdre teyzem Prens'le muhattap olmamı istemiyordu. Muhtemelen kendi kızını onunla evlendirmek gibi bir planı vardı.
"Sen neden gidip Prens'le tanışmıyorsun?" dedim tek başına duran Lorelei'e.
Ellerini yüzüne kapattı. "Yapamam."
"Ama neden?"
Nefes nefese kalmış gibiydi. "O çok...ben..."
"Ah, anladım." dedim. "Utanıyorsun." İtiraz etmeye kalktı fakat buna izin vermedim. "Bu saçmalık, Lorelei. Sen bir prensessin. Git ve tanış onunla. Asherah'yı görmüyor musun?"
İç geçirdi. "Pekala, pekala."
Tedirgin bir şekilde yüzmesini izlerken sırtımı duvara dayadım. Odama gitmek ve öylece tavanı izlemek istiyordum. Çünkü Prens'ten gerçekten de hoşlanmıştım fakat Deirdre teyzem varoldukça onunla arkadaşlık bile edemezdim.Dans başladığında ilk dansı Asherah ile Prens Calder yaptı. Birlikte zarafetle dönmüşler, herkesi kendilerine hayran bırakmışlardı. Bense bakmamaya çalışsam da gözlerimi üzerlerinden alamamıştım. Birlikte muhteşem görünüyorlardı. Asherah'dan nefret etsem bile bunu kabul etmeliydim.
Orkestra çalmaya devam ederken salonun ortasına diğer davetliler de gitti ve çiftler halinde dans etmeye başladılar. Bense tek başıma bir kenarda duruyor, dans edenleri izliyordum. Öyle dalmıştım ki yanıma gelen Prens'i fark edememiştim.
"Leydim."
İrkildiğimde bunu fark etmemiş olmasını umdum.
Bana elini uzattı. "Bana bu dansı lütfeder misiniz?"
Tereddüt etmeden elini tuttum. Deirdre teyzem umrumda bile değildi. Günün sonunda bunun için kırbaçlanacaksam o da umrumda değildi. Prens'le dans edecektim.
"Elbette." dedim ışıltılı bir gülümsemeyle.
Bana gülümsedi ve beni dans edenlerin arasına çekiştirdi. Elini belime nazikçe yerleştirdiğinde heyecandan nefesimi tuttum ve ben de elimi yara izli omzuna koydum. Daha önce de bir erkekle dans etmiştim, hem de defalarca fakat hiçbiri bir prens değildi.
"Bu akşam gözlerimi üzerinizden alamadığımı itiraf etmem gerek." dedi alçak sesle.
Mercanlar aşkına, bana kur mu yapıyordu? Hayır, hayır, hayır. Bu olamazdı. Eğer Deirdre teyzeme yakalanacak olsaydım...
Boşver onu, dedi içimdeki vahşi bir yan. İstediği kadar kızsın. Prens'e karşılık verecek ve bunun nereye gideceğini görecektim.
"Aynı şey benim için de geçerli." dedim gözlerine bakarak. "Oldukça etkileyici görünüyorsunuz."
Gözleri parladı. "Sizinle dans etmek büyük bir zevk."
"Benim için de öyle, Ekselansları."
"Lütfen bana Calder deyin."
Ne? Mercanlar adına, ona ismiyle seslenmemi istiyordu!
"Ve lütfen siz de bana Nevara diye seslenin." dedim. "Bir leydi olduğum söylenemez."
"Neden ki? Siz Kraliçe'nin yeğenisiniz."
"Ah, pek de leydiymişim gibi muamele gördüğüm söylenemez." dedim hırçın bir tavırla.
Bunu söylediğime anında pişman oldum. Kendimi tutamamıştım.
"Ne demek istiyorsunuz?" dedi büyük bir dikkatle.
Konuyu değiştirerek yara izleriyle kaplı göğsüne baktım. "Ne çok yara iziniz var."
Yüzüne gurur dolu bir ifade yerleşti. "Hurley'yle yapılan savaştan kalmalar."
Avonlea ve Hurley üç yıl boyunca savaş halinde kalmıştı. Adair, yani krallığımız ise Avonlea'yle ilişkileri oldukça iyi olsa da bu savaştan uzak durmuştu.
"Peki ya sizin yara izleriniz?" diye sorduğunda donup kaldım.
Ah, yosunlar aşkına! Buna ne cevap verecektim. İşte şimdi her şey bitmişti. Prens'in elini bırakıp buradan kaçmalı, kendimi odama kapatmalıydım. Yapmam gereken şey buydu. Ya da bir kaza olduğunu söylemeliydim. Bana inanmasa bile beni yalan söylemekle itham edeceğini sanmıyordum.
"Cezalar." diye fısıldadığımda bunu yaptığıma inanamıyordum. Mercanlar, herkesin ortasındaydık!
Yüzüne buz gibi bir ifade yerleşti. "Ne demek istiyorsunuz?"
"Kırbaç yaraları." dedim son derece alçak bir sesle. "Aldığım cezalardan kalma."
Bana ciddiyetle baktı. "Sizi kim cezalandırıyor?"
"Teyzem."
Kendime engel olamadan gözyaşları yanaklarımdan aşağı süzüldü. Bunu yaptığıma inanamıyordum. Prens'in önünde, herkesin önünde ağlıyordum.
"Bu kabul edilemez." dedi ciddiyetle.
"Biliyorum." diye fısıldadım.
Elimi bıraktı. "Hemen onunla konuşmaya gidiyorum."
"Sakın." dedim panikle. "Birazcık hatırım varsa bunu yapmazsınız. Çünkü inanın bana, bu işleri kötüleştirmekten başka bir işe yaramaz."
Neyse ki onu vazgeçirmeyi başarmıştım. Elimi yeniden tuttu. "Siz öyle diyorsanız."
Bir yabancıya en büyük sırrımı açtığımı ve gözyaşlarımı sergilediğime inanamıyordum. Aklımı kaçırmış olmalıydım. Başka bir açıklaması olamazdı.
"Güzel bir danstı." dedim. "Artık gitmeliyim."
"Ama..."
Konuşmasına fırsat vermeden elini bırakıp ondan uzaklaştım ve hızla yüzmeye başladım. Deirdre teyzemin gazabını üzerime çekmeyi göze alarak salonu terk ettim. Ve sarayın görkemli balkonlarından birine çıktım.
Gözyaşları anında gözlerime hücum etti ve saniyeler içinde hıçkırarak ağlamaya başladım. Bu hayatı, böyle yaşamayı istemiyordum. Prens'i kıskandığımı kabul etmeliydim. Çünkü mükemmel bir hayatı vardı. Bir ailesi, evi vardı. Herkes emrine amadeydi. Bir dediğinin iki edilmediğine emindim. Ama en çok da sevildiğine. Zaten benim için de önemli olan tek şey buydu: sevilmek.
Bu sarayda beni seven sadece Darya ve Lorelei vardı. Ve ne yazık ki Deirdre teyzemin ve Asherah'nın nefreti onların sevgilerini bastırıyordu. Böylece kendimi tamamen nefret ediliyormuşum gibi hissediyordum.
Ben, sevgisiz bir yaratıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Kızının Şarkısı
Teen FictionKız kardeşler Nevara ve Darya'nın çok sevdikleri anneleri öldüğünden beri onlara Deirdre teyzeleri bakmaktadır. Fakat fazla kontrolcü olan Kraliçe Deirdre onların yaşadıkları saraydan ayrılmalarına izin vermemektir. Oysa yirmisine yeni basmış olan N...