TAŞINMAK İSTEMİYORUM - Tek Bölüm

9.4K 852 93
                                    

TAŞINMAK İSTEMİYORUM

“Tek bir eşyam kırılsın, dava ederim.”

“Abla kırmayız. İçin rahat olsun!”

“Abla mı?” Aman biliyorum bu tarz işçilerin ağzında abla lafı iltifattır ama bana abla diyen altmış, ben ise yirmi üç yaşında olunca hakaret oluyor.

“Hanım abla, kusura kalma sen. Şimdi son kutularını da koyup yola çıkıyoruz.”

Aklınca düzeltti. Hanım ekledi ya başına, kurtardı! Yahu ben senin torunun yaşındayım adam.

Bakmayın sinirimi adamdan çıkartmaya çalışıyorum. Aslında annemle babama kızgınım.

Otuz yıldır oturdukları evi terk ediyorlar. Ablam rahat… Evlendi, evini ayırdı. Ama ben garip, onlara takılıp, hayatımı geçirdiğim, arkadaşlarımla paylaştığım şehri bırakıyorum.

Ay ukalalık etmeyin, ben de biliyorum yirmi üç yaşında tek başıma yaşayabileceğimi. Ama ben anamın kuzusuyum. Eve geldiğimde yemeğim hazır olmalı. Kıyafetlerim yıkanmış mı ütülenmiş mi hiç düşünmem. Hepsi dolapta jilet gibi beni bekler. Hatta ayakkabılarımın bile boyalı olması onlara daha doğrusu babama bağlıdır.

Bu kadar büyük saltanatı bırakıp da her işimi kendim yapacağım bir eve geçmeyi ancak ve ancak evlenince düşünürüm.

Neden tembel olduğumu düşünüyorsunuz?

Ah şu önyargılar!

Ben sabah sekizde evden çıkan, akşam on birde ancak evin yolunu bulan biriyim. Yani bu saydığım işleri yapmaya zaten vaktim yok.

Ne iş mi yapıyorum?

Yok “yapıyordum”

Ayrıldım çünkü.

Bir pazarlama şirketinde yöneticiydim. Üniversiteyi okurken bu şirkete girmiş, harçlığımı çıkarmıştım. Okul bitince gelen teklifi değerlendirdim. İş aramak yerine şirkette kadrolu eleman oldum. Altı ay önce de alt sıralardaki yöneticiliklerden birini aldım. Halimden gayet de memnundum. Tek sıkıntım servis olmaması ve benim Pendik’ten, Aksaray’a gidiş geliş yolumdu. İki gün önce istifamı verdim ve inanın o yolu özledim.

Bir itirafta bulunabilir miyim?

Aslında geçen hafta benimle aynı vapura binen ela gözlüyü özledim.

Üç sabah aynı saatte aynı şehir hatları vapuruna bindik. Aynı çaycıdan çay aldık ve kaçamak bakışlarla yudumladık. Hani… Hani bir ümit, belki hayatımın aşkıydı ama tren kaçtı…

Tren mi?

Vapur kaçtı…

Sizleri de dertlerimle sıkmayayım. Birazdan babamın külüstürüne doluşacağız ve yeni yuvamız olacak Muğla’ya doğru yola çıkacağız.

Kızlara asla vedalaşmaya gelmeyin dedim.

Kızlar mı kim?

Aynı mahallede oturduğumuz, doğumumuz ile bir nevi kardeş olduğumuz kızlar. Ayla ile Suzan. Suzan’ın annesi Alman! Kızına iki ülkede de rahat kullanacağı bir isim koymuş. Akıllı kadının hali başka!

Ayla ile ilkokulda da aynı sınıftaydım. Dostluğumuz çok derin. Dün vedalaştım. Vedalaşmak denmez ya bir nevi anırarak ağlama seansı gerçekleştirdik. Durup durup ağladığımız için hepimizin gözleri kan çanağına, burnumuz palyaço burnuna döndü. Ama hala dokunsanız ağlarım.

Ben ne yapacağım onlar olmadan?

Bu kadar kötülüğün yanında iyi tarafı da var taşınmanın. Birincisi yıllardır biriktirdiğiniz ve evinizi bir nevi çöp ev yaptığınız bir sürü şeyi atıyorsunuz. İkincisi aynı işlemi kıyafetlerinize yapıyorsunuz. Böylece çekmecelerde ve dolaplarda yenilerini koymak için yer açılıyor.

Konuya komşuya, onlara verdiğiniz değere göre ev eşyalarından hatıralar vermek de ayrı bir güzellik. Çok sevdiklerinize, sizin için de değerli olanları, sevmediklerinize de hediye olduğu için atamadığınız dandik şeyleri veriyorsunuz. Hep ben mi bakacağım o atılamayan eşyalara, şimdi de yeni sahipleri atamayarak katlansın işkenceye.

Ablam ve kocası uğurlamaya geldiler. Alın işte bir ağlama duvarı daha. Ya ben bu ablam olacak cadıyı meğer ne çok seviyor muşum. Evlendiğinde de üzülmüştüm ama on dakikalık yolda olduğu için dert etmemiştim. Şimdi en iyi ihtimal on saatlik yolda olacak.

İçimi rahatlatıyor, “Nasılsa yazlık gibi olacak o ev. Her yaz mutlaka gelir kalırım” diyor.

Aman ne güzel, insanın öz ablası bile deniz kenarına yakın denilen evi yazın bedava geçirileceği pansiyon olarak görürse, diğer akrabalar kesin öyle düşünür.

Çözüm; adresi kimseye vermemek ve telefon bağlatmamak…

Anneme söylemeliyim bunu.

Kamyona, ne kamyonu koca tıra yüklenenler bitti. Evi son kez gezip her odanın resmini boşken çektim. Özlersem bakarım. Bomboş hali hoşuma gitmeyeceği için de bu evden soğurum. Babam tırı uğurladı. Biz de artık yola çıkacağız.

Eski mahallelerin bu yanı güzel. Herkes uğurlamaya geldi. E doğal olarak bir kez daha gözyaşı döktük. Babam bile ağlıyor. Kolay değil onun da otuz yıllık eviydi. Arkadaşlarının çoğu zaten başka yerlere gitmişti ama kalanlar yetiyordu.

Annemi hiç sormayın. Bu kadar ağladığını hiç görmemiştim. Nihayet yola çıktık ama inanın bitap düştük.

Nakliyeciler yola çıkalı yarım saatten fazla oldu. Gerçi yol uzun ve gece konaklamalı gidilecek. Tır daha yavaş yol alacağı için böylesi uygun görüldü.

Yol bitmek bilmiyor. Sık sık da yemekti, tuvaletti diye durduğumuz için daha da uzadı yol. Ben bu arada cep telefonuma gelen mesajlara yanıt verip duruyorum. Aynı vapurla gittiğimiz kızlardan biri “Sen de yoksun, o da yok” yazınca nedense sevindim. Olmayan, şu ela gözlü yakışıklı! Demek ki hasretime dayanamayıp yolunu değiştirdi. Saçmalıyorum elbette ama arada saçmalamak lazım. Hayatı çok ciddiye almaya gerek yok.

Nedense yol daha bir güzel gelmeye başladı. Demek ki kalsaydım da görmeyecekmişim.

Bu arada Suzan ile Ayla da aralıksız mesaj atıyor. Ablamdan sonra yazın yanıma gelmesini isteyeceğim sadece bu iki kız var. Umarım mesafe bizi ayırmaz.

Yaza da çok var daha. Ekimdeyiz henüz. Zaten asıl taşınma nedenimiz bizimkilerin romatizma ağrıları. Bir kışı daha neminden yaşanamayan İstanbul’da geçirmek istemediler.

Aslında bir şeye karar verildiğinde ne çok mazeret üretiyoruz. Taşınmak için onlar pozitif her şeyi mazeret olarak saydılar. Ben de aksini saydım ama yapacak bir şey yok. Onlarla birlikte arabadayım işte.

*****

Ertesi gün yorgun bir şekilde ulaştık yeni evimize.

Bin tane takla atan, gelmemek için çözümler arayan ben eve bayıldım. Bahçesi olan, çiçekleri ağaçları olan bir evi kim sevmez?

Tek katlı bahçe içindeki bu ev aslında babamın halasından kaldı. Hiç çocuğu olmayan halanın tüm mirası babama kaldı. Biz de, iki yıl önce edindiğimiz ama ilk kez geldiğimiz eve taşındık!

Üstelik bana ait oda eski odamdan büyük. Tır hala ortada yok. Bu adamlar eşyalarımızı alıp kaçmaz değil mi? İçime korku düştü. Sonra da kendimi rahatlattım. Sözleşme kapı gibiydi. Hele bir getirmesinler, canlarına okurdum. Hemen ardından aklıma gelen, kimin canına okuyacağım oldu. Ya şirkette sahteyse? Ya bizim bitpazarında bile bulunmayacak eşyalarımızı çalmak için kurulduysa şirket? Komik mi olmaya çalışıyorum? Üzüntü ve yorgunluktan saçmalıyorum.

Öğleden sonra tır geldi. Topladıkları kadar seri hareketlerle eşyaları indirip yerleştirdiler. Şimdilik kırılan dökülen gözükmüyor. Şirkette gözümde temize çıktı. Aradan geçen saatler, yeni evimizi gözümüze daha güzel göstermeye başladı. Tanıdık eşyalar, tanıdık yerlere yerleştikçe biz de keyiflendik. Annem ilk önce mutfak eşyalarını istedi. Onlar ortaya çıkınca da, hiç ayrılamadığı davul fırınına börek attı.

Şaşırmak bir yana aklım başımdan gitti. İstanbul’dan yufka getirmiş. Burada yoktur. Haklı kadın. Allahım, kimin anası bu?

Ben börek pişene kadar çevreyi göreyim dedim. Cüzdanımla telefonumu alıp evden çıktım. Tabii çıkana kadar da annem tarafından yazılan alışveriş listesi elime tutuşturuldu

Etraftaki diğer evler de bizimkine benziyor. Ama çoğu kapalı. Demir parmaklıklar, panjurlar örtülü. Biraz sakin bir kış geçireceğim. Sakinliğe alışabilecek miyim acaba?

Market arıyorum.

Şen Market.

Kapısından girdim ve durdum.

İnanmayacaksınız ama kasanın arkasındaki amcanın önünde, köşeleri defalarca kez çevrilmekten kıvrılmış sarı saman kağıttan veresiye defteri var. Market görünümlü bakkal…

Amca beni görünce sarı bıyıklarının altındaki sarı dişleri ile gülümsedi. Anlaşılan bu dükkanda kapalı mekanlarda uygulanan sigara yasağı geçerli değil. Amcam içmese de sinen kokudan sizin ciğerleriniz katran dolar.

“Hoş geldin kızım. Ne istedin?”

İstediklerimi saydım. Kendi arkasındaki raflarda olanları dizdi masaya diğerlerini de tarif etti.

İstediğim markalardan olmasa da hemen her istediğimi bu küçük markette buldum. Markette dolaştığım sürenin iki katını kasada geçirdim. Üstelik sadece ben vardım müşteri olarak. Ama sarı bıyıklı amcam beni tanımak istedi.

Kimim, kimlerdenim, nerden geldik, neden geldik kısmını geçtikten sonra, her, yerini yurdunu seven insan gibi bana oraların güzelliklerini anlatmaya başladı. Ben zaten güzelliklerin farkındaydım ama bilenden, sevenden dinlemek başka güzel oluyor.

Sırada komşularımız var. Yaz kış kalanları anlattı biraz da. Hepsi iyi mi bu komşuların? Yoksa Şen Market’in şen amcası herkesin iyi tarafını mı görüyor?

Bizim evin yerini öğrendikten sonra bir de ekleme yaptı. Bazen en küçük torunu yardıma geliyormuş. Telefonla da sipariş alıyormuş. Gayet mutlu ayrıldım amcanın yanından. Elimde poşet yok. Onun yerine file var. Doğaya önem veriyorlarmış. Bana iki tane file verdi. Birinin parasını aldı. Diğeri hoş geldin hediyesiymiş.

Evimiz artık daha güzel gözüküyor. Perdeler takılınca evin güzelliği arttı.

İlk haftayı evi ve çevreyi tanıyarak geçirdik. Şimdilik tek sorun kimseyi tanımamak. Onu da aşınca çok daha güzel olacak her şey.

Bir de benim iş bulmam lazım.

İşte asıl zurnanın zırt dediği yer…

Küçük bir ilçede ben ne iş yapacağım? Ne iş bulursam olmaz. Yük taşıyamam. Şoförlük de yapamam. Büro işi bulmalıyım yine.

Turist bolsa turizm acentesi da boldur. Ve doğal olarak kışa doğru işler azaldığı için onlarda da iş olmaz. Yine de bir ümit dolaşmaya başladım ana caddede. Ana cadde dediğimde gözünüzün önüne İstiklal Caddesi falan gelmesin. En fazla üç yüz dört yüz metre uzunluğunda iki tarafında iş yerlerinin olduğu bir yer.

Komi-Garson arayan yerleri görmezlikten geldim ama aklımın bir köşesine de yazdım. Ne olur ne olmaz. İkinci katlardaki iş yerlerini de gözden kaçırmamaya uğraştım.

İlk gün, ikinci gün derken bir hafta gezdim. Üç yüz metrelik caddeyi nasıl bir hafta gezdim değil mi? O cadde bitti. Ara sokaklara da baktım. Sonra da minibüs ile gidilebilecek civar yerleşim yerlerine gittim. İstediğim gibi bir iş bulamadım. Şehre inmek de işime gelmiyor. İki saate yakın yol sürüyor. Nedir benim yollardan çektiğim?

Bu arada tüm arkadaşlarımla defalarca kez konuştum. Evet, vapurdakinden de yeni haber aldım. Hala yokmuş! Mutluyum artık.

Bir hafta evden çıkmadım. Depresyona girecektim sanırım. Sonra bahçe ekmeye başladım. Onun tohumu, bunun fidanı derken internetten öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Babam da yardım ediyor bana. Böylece evin arka bahçesinde güneş alan köşe artık sebze bahçem oldu.

Kendi bahçesi olan market sahibi sarı bıyıklı amcam da bana bildiklerini öğretiyor. Ben sevdim bu işi.

Aylar sonra bir sabah domateslerimin üstünde ilk çiçekleri gördüm. Diğer ektiklerim hep yeşillikti. Kıvırcıktan taze soğana kadar! Onların yetişmesi de beni çok mutlu etmişti ama domates çiçeği görmek başka oldu. Artık her günüm bahçemde geçiyor. Böyle günlerden birinde babam elime bir tapu tutuşturdu.

Tarla tapusu!

Bana, bahçe yapabileceğim bir yer almış.

Artık bir işim var.

Çiftçi olacağım.

Bu kez daha farklı bir gözle bakmaya başladım yaptığım işe. Organik üretim yapıyordum. Bunu daha büyük yerde yaptığıma göre satabilirdim de! Araştırmalarıma başladım.

Topraksız tarım!

Bu da ne dedim ve yeni bir iş daha edindim. Konuyu bilenlerin olduğu siteden yeni şeyler öğrendim.

Toprağımda ve topraksız tarım bahçemde ürün yetiştirmeye, bunları da satmaya başladım.

Şen marketim şen amcası Süleyman amca bana çok yardımcı oldu. Önce bildiklerini öğretti, sonra komşularla bir araya getirdi. Daha sonra da büyük torunundan bildiği bir iki otelin adını verdi. Onlara da satışa başladım.


Biliyor musunuz, ben buraya taşınmadan önce çiçek toprağı bile değiştirmemiştim. Şimdi ise imecenin ne olduğunu, traktörün nasıl paylaşılacağını öğrendim. Mazot ve işçilik ile sıra ile bahçeleri dolaşıyor köydeki traktörler. Bana da canla başla yardım ettiler.

Çünkü onların ürünlerine de pazar buldum. İnternet üstünden sipariş alıyor ve kargo ile yolluyoruz.

Bunlar elbette anlattığım kadar kısa sürede olmadı. İki yıl geçti. Bu iki yılda arkadaşlarım geldi ve gitmek istemedi. Zorla kovaladım evlerine. Şimdi daha sık geliyorlar. Genelde paketlemede, bazen de tohum ekerken yardım ediyorlar.

Ablam gelse de ne bahçeye ne tarlaya bulaşmıyor. Tek yapabildiği oğlunun toprak yemesini önlemek! Bir buçuk yaşına gelen yeni yeğenim, bahçeden toplananları görünce kendi topladıklarının da yenilebileceğini düşünüyor olmalı.

İkinci yaz ana cadde üstündeki çoğu lokantaya mal verir oldum. Elbette diğer köylülerin ürünlerini de pazarlıyordum. Ben gelip de onların emeğini heba edemezdim. Birlikte çalışınca çok daha güzel işler çıktı ortaya.

Yaz aylarında, yaz aşkı kıvamında bir iki flört yaşamaya çabaladım. Ama adı üstünde yaz aşkı olarak kaldı. Zaten çok yoğun çalışmaya başladığım için kalıcı ilişkilere yer yok hayatımda.

*****

Tüm hayatımı değiştiren taşınma olayının üstünden iki yıl yedi ay geçti.

Mayıs ayına geldik. Artık yirmi beş yaşında işi gücü olan, yılın on ayı bronz gezen, bir bahçe daha alsam mı diye düşünen, hafif kas yapmış biriyim. Eğil, kalk, taşı derken bol bol spor yapıyorum. Her sabah bahçeye giderken ve akşam dönerken yürümelerim de cabası.

Bizim eve yakın bir yerde, yeni bir tesis açılıyor. Süleyman amcanın büyük torunu artık kendi köyünde de bir otel olsun istemiş. Doğa ile baş başa kalmak isteyenler için planlamış. İnşaat biz taşındıktan kısa süre sonra başlamıştı. Ama görüntü çirkin diye pek o taraflara gitmezdim. Şimdi ise fiyat teklifi vereceğim. Nakliyesi olmadığı için benden düşük fiyatlı organik mal satan yer bulamazlar. Öğleden sonra için randevu aldım. İş kıyafetlerimi giydim. Artık iş kıyafeti dendiğinde etek ceket takımlarla topuklu ayakkabılar gelmiyor aklıma. Yeni iş kıyafetlerim bol kotum, kolsuz penyelerimden biri ve bandanam.

Tesis çok güzel!

On evden oluşuyor.  Evlerin hepsi aynı tip ama farklı tonlarda pastel yeşil ve sarı renkli!

Danışmaya, Kenan Beyi sordum. İşletmeci en sondaki evi, ev ve iş yeri olarak kullanıyormuş.

O ev de yeşil.

Ağaçların arasında gözüme çok güzel gözüküyor. Kapıyı çaldım. Bir elimde dosyalarım, diğer elimde ürün numunelerim var. Kapı açıldığında numunelerim de dosyam da yere düştü.

Vapurdaki ela gözlü karşımda duruyordu.

İkimizin de geçmişte yaşanmış üç sabah vapuru yolculuğunu ve o yolculuk anındaki kaçamak bakışmalarımızı anımsadığımızı görebiliyordum. Hala güzel bakıyor ve o bakışlar yüzümde geziniyor. Sonra ellerime baktı. Önce sağ sonra sol elime. Boş parmaklarımı gördükten sonra da gülümseyerek kapının önünden çekildi.

*****  

Yaz ortasında, köydeki kahvenin önündeki alanda düğünümüzü yaptık. İstanbul’dan çok misafir geldi.

Ayla ile Suzan ailelerini taşınma konusunda ikna etmeye çalışıyor…

Süleyman amca büyük kayınpederim olduğu için çok şanslı olduğunu, beni kendisinin yetiştirdiğini söyleyip duruyor.

Karşı çıktığım taşınma olayının hayatımın sonrasını şekillendirmesi takdiri ilahi…


SON

TAŞINMAK İSTEMİYORUM - Tek BölümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin