-
Jungkook, gecenin geç saatlerinde okulda kapıları kilitlemek için dolaşıyorken, koridordan gelen tanıdık melodilerle yönünü o odaya doğru çevirdi. Müzik aletlerinin bulunduğu odadan geldiğini biliyordu. Kafasını çevirip içeride kimin olduğuna baktığı zaman Taehyung'u gördü. Yüzünün aldığı şekli ve gözlerinden akan birer damla yaşı fark etti. O an biraz düşündü, çünkü yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki hiçsizliğin ortasındaymış gibi. Sanki etrafında tonlarca insanın olmasına rağmen o, etrafında duran hiçbir şeyi görmüyormuş gibiydi. Avucunun içinde duran anahtarları sıktı, onun yüzünde ve onun çaldığı bu melodilerle canını yakan bir şeyler vardı. Elinin kanadığını bile fark edemedi onun hüzün kaplı yüzüne dalgınlığından. Taehyung belki Jungkook'un en büyük düşkünlüğü olacaktı. Arkasını dönüp gitti. Bugün onun için biraz yeterli diye düşündü. Başka sefer olmayacak.
°◦εїз◦°
Taehyung, sabahın en erken saatlerinde çantasını sırtına takıp kaçarcasına odasından ayrıldı. Şimdi ne yapması gerektiğini bilmiyordu işte. Eve gitmek istemiyordu, abisini ve annesini görmek istemiyordu. Okulun dış kapısında duraksadı. Gidecek bir yeri yoktu onun için. Etrafında duran kocaman binaların arasında, onun bedeninin bir yeri yoktu. Konaklamak değil, yalnız bulunabileceği ve ona şu an aitlik hissettirecek bir yeri olduğunu düşünmüyordu. Eskiden olsa, o düşüncesiz aklıyla çeker giderdi kendini tek sarıp sarmalayan ilaçlarına sığınırdı. Gidemedi, geri döndü ve okula girdi. Aslında uzun süredir tablolara bakmak istiyordu. Dersler başlayana kadar onlara bakmaya karar verdi.
°◦εїз◦°
Dolaşırken bir tabloya rastladım. Oldukça ilgimi çekti. Hatırlayamadığım bir şeyleri anımsamama sebep verdi. Bir kadın ve bir adam. Sarılıyorlar mıydı. yoksa aslında bu onların sonu muydu? bilmiyorum garip duruyor. Kadının üzerinde duran kendini salmış beyaz zarif bir elbise, adamın üstüne hafif kan sıçramış gömleğini tamamlıyordu. Aslında buna tam bir uyum diyemezdim. Üzerinde bulundukları sığ derede hafiften paçaları ıslanmıştı. Kadın, adamın elleri arasından kayıp gidecek ama adam onu bırakmak istemiyor gibi duruyordu. Kadının dizleri yere doğru hafiften kırılsa da o, onu bırakmıyor ve aksine onu kendisinde tutmak için çabalayıp inatla direniyordu. Oysa onu bıraksa da, bıraktığı için kaybetmeyecekti. Eğer sadece onun kayıp gitmesine izin verdiği için kaybetseydi, o zaman önceden onu kaybetmek için yaptığı şeylere hakaret ederdi.
Omuzumda hissettiğim elle irkildim ve kafamı çevirdim. Jungkook, yanımda durmuş ne kadardır orada olduğunu bilmediğim şekilde tabloya bakıyordu. "Ne kadardır buradasın?" Elini çekip kollarını göğsünde bağladı. "Uzun zamandır." "Kusura bakma, fark etmemişim."
Yeniden önüme döndüm ve biraz daha tabloya bakmaya devam ettim. Yine gözlerim o kadının üzerine gitti. Saçları siyah, kahverengi ve yüzüne doğru dağılmış, alnına yapışmış gibiydi. İnce parmakları, adamın omuzlarına değiyor ama asla onları tutamıyordu. Çaresizliğin başka bir tanımı da bu gibiydi. Fazla baksaydım, belki daha fazla noktaya değinecektim ki biraz o tablodan uzaklaşmak istedim. "Neden bu kadar odaklandın? Ne var bu tabloda?"
Adımlarım duraksadı. Geriye dönüp yine orada durdum, ama bu sefer gözlerim Jungkook'un çehresine odaklıydı. "Görüyorsun ya, bu tablo birçok duyguyu içeriyor." Parmaklarım birden saçlarına gitti ama sanki beni istemiyormuş gibiydi. Gözüme kestirdiğim için dokunmak istedim. Dokunma gereği duydum ve dokundum. Sonucunu düşünmedim bile. Sadece saçını geriye doğru atıp, fark ettikten sonra geriye çektim. " Görüyorsun işte çaresizlik, perişanlık; tutku ve ölüm. Bunlar benim hatırlayacağım duygular. Bu yüzden takılmış olmalıyım." Jungkook, kendi yaptığı tabloda yeni anlamlar kazanmıştı.
°◦εїз◦°
Gece geç saatlerde kapıların kapanmasına yakın bir zamanda Taehyung, çantasını sırtına takıp biraz kafasını dağıtmak için dışarıya çıkacaktı. Nereye gideceği veya ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu.
Kafası önünde yürümeye devam ederken bir yandan da etrafını gözetlemeye çalışıyordu. Kapıya yaklaşmışken yüzünü çarptığı şeyle sarsıldı. "Siktir, dikkat etsene." Elleri, çarptığı kişinin yakasına tutunduğunda bu kişinin ona yardımcı olmaya çalışan öğrenci olduğunu gördü.
Adını bilemediği nöbetçi öğrenci önünde özür manasında eğildi ve üzerini düzeltti. "Ah üzgünüm, etrafı kontrol ediyorum. Sorumlu benim." Taehyung sıkıntıyla bir nefes çekip kafasını salladı ve öğrencinin yanından geçip gitti.
Böyle bir zamanda, böyle birisinin karşısına çıkması canını sıkmıştı. Ya nereye gidiyorsun diye sorsa ne diyecekti ki? en azından bir 'anneme gidiyorum.' bile diyemezdi. Beklediği gibi de oldu. "Taehyung! Nereye gidiyorsun? başımı belaya sokacaksın."Taehyung olduğu yerde durdu ve arkasına dönüp oldukça yapmacık bir ses tonuyla devam etti, "Sadece dolaşmaya gidiyorum, geri döneceğim merak etme." Çocuk biraz daha kendisine doğru yaklaşınca şuradan defolup gitmek için can atmaya başlamıştı. "Tamam burada dolaş. Beraber dolaşırız." Çocuğun suratında ki ifade hiç hoşuna gitmemişti ve onunla kalmak gibi bir niyeti de yoktu zaten. Takındığı bu lüzumsuz tavırlar sinirini bozmuştu.
Bir duvara sırtını yaslayarak çantasından çıkarttığı bir dalı ağızına tuttu. Karşısında çocuk sanki hiç sigara içen birisini görmemiş gibi aval aval bakıyordu. Bir an öğretmenleri çağırıp sigara içiyor diye ispiyonlayacak bile sandı. Öğrencinin üzerinde beyaz bir gömlek üzerine yeşil bir süveter vardı. Ağızına götürdüğü sigarayı çıkarttığı çakmak ile yaktıktan sonra dumanı iyice içine çektiğinden emin oldu. Tatlı, turuncu saçları olan çocuk da omzunu duvara yaslamış ve Taehyungu izliyordu.
"Adın ne?" Çocuk onun gözünden oldukça iyi ve akıllı öğrencilerden gibi gözüküyordu. Biraz pısırık olduğunu da söyleyebilirlerdi. Çocuk, yüzüne garip bir ifadeyi takınıp Taehyung'un yanına doğru adımladı. "Hoseok. Jung hoseok."Sigarasını ağızından çekip, içinde tuttuğu dumanı Hoseok'un yüzüne doğru üfledi. Bu onun hoşuna gittiğinden dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrılmıştı. İnsanlarla iletişim kurmayalı uzun zaman olmuştu ama buna da iletişim kurmak denemezdi herhalde. Kafasını gökyüzüne doğru çevirip bir süre orada kaldı. O sırada yüzüne dumanını üflediği çocukta öksürüğüyle boğuşmaya çalışıyordu. "Ne? hiç sigara içmedin mi?" Taehyung'un o küçük sırıtışı büyümüş ve bir kahkahaya dönüşmüştü. Hoseok'un yüzünün aldığı şekli görünce bir o kadar daha keyif almıştı bundan. Karşısındakinin yüzünde hem kızgın hem de mahçup bir ifade vardı. O da sırıtmaya başladı. "İçmedim tabii ki. Sağ ol pasif içici oldum sayende."
Hoseok'un elleri, Taehyung'un parmaklarındaki sigaraya gitti ve onu kendine doğru çekti. Sigara hâlâ Taehyung'un ellerinin arasındayken Hoseok, onun ellerinin arasından içine bir duman çekiyordu. Onları gören bir çift gözün olduğundan habersiz öyle durmaya devam ettiler. Hoseok kafasını kaldırıp bu sefer içine çektiği dumanı bir hışımla Taehyung'un yüzüne üflediği zaman bir oyunu kazanmış bir çocuk gibi sevinmişti.
Taehyung, önce onun ellerine dokunmasına sonra sigarasını içmesine ve daha sonra da yüzüne yoğun bir dumanın üflenmesine şaşırmıştı. Ama hâlâ öylece durup o boş bakışlarıyla ona bakmaya devam ediyordu, şaşırmıştı ama ona göstermiyordu. Hoseok bir süre sonra sevincini gizleyip Taehyung'un ona kızdığını düşündü. "Ah özür dilerim, iyi misin?" Gerçekten yaptıktan sonra özür dilemenin ne anlamı vardı ki? Olmuş geçmişte kalmış. Taehyung'un asıl anlayamadığı şey, Hoseok'un bunu yapacak cesareti nereden aldığıydı. "Sorun yok, şimdi ödeştik."
-
bitiririm umarim