Uyku. Sessiz ve huzurlu dalma hissi. Her varlığın en savunmasız olduğu an. Ölüme en yakın olduğunuz an.
Chan kendisi farkında olmasa bile içgüdüleri ortamdaki tehlike havasını kolaylıkla sezmiş, onu hızla uyandırmışlardı.
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra her gün gördüğü tavanı yeniden gördü. Ancak hissettiği şeyle aniden irkilip kendini geriye attı. Yatağın kenarında oturan bir kadın vardı. Uzun siyah elbisesinin yakaları ve bilek kısımları beyaz kumaşla süslenmişti. Başındaki çenesine kadar uzanan siyah bir kumaş parçası yüzünün görülmesini engelliyordu.
Chan dikkatle hareketsizce kendisine bakan kadını izliyor, olası bir saldırıya hazırlıklı olmaya çalışıyordu. Hiç bir şey anlamamıştı. Muhafızlar neredeydi? Nasıl olur da biri veliaht Prensin yatağına kadar gelebilirdi? Düşünceleri kadının ağzından çıkan kelimelerle dağılmıştı.
"Korkuyor musun?"
"Evet."Ne? Az önce ne olmuştu? Kendi isteğiyle konuşmamıştı. Kendi isteğiyle asla gizlice yanına gelmiş ve tehlike kokan bir yabancıya ondan korktuğunu dürüstçe söylemezdi.
"Kimsin sen?!"
Sesi az önceki cevabını bastırmak istercesine gür çıktı. Ancak kadından bir yanıt gelmedi. Kadının elini cebine atmasıyla Chan refleks olarak geri çekildi. Kadın, genç alfanın bu tepkisine karşı "Seni öldürmek isteseydim bunu sen uyurken yapardım çocuk." diye konuştu.Ve cebinden bir kutu çıkardı. Kadının parmağındaki yüzüğü fark etti. Ağaç etrafında iki kurt. "Sen bir Tapınak Rahibesisin!" diye atıldı Chan.
Kadın ise elinde tuttuğu beyaz kutuyu Chan'a doğru uzattı. Alfaya dönük kısım boşluktu ve beyaz kutuya tezatlık oluşturacak şekilde simsiyahtı. Günün ilk ışıkları bile çok tuhaf bir şekilde bu karanlığı aydınlatamıyordu.
Ve aniden tıpkı kutunun o tarafı gibi oda da birdenbire karanlığa büründü. Pencerelerden gelen tüm ışık aniden yutulmuştu sanki. Şöminenin ateşinin de sert bir rüzgarla sönmesiyle her yer buz kesildi. Görülebilen tek şey kadının elinde tuttuğu kutunun beyazlığı olmuştu.
Ne kadar küçük olsa da en azından Chan'ın yüzünü biraz olsa aydınlatıyordu bu beyazlık. Eğer kadının yüzü görünür olsaydı onunkini de aydınlatırdı. Chan sakin kalmaya, korkusunu bastırmaya çalışıyordu.
"Onu seviyor musun?" dedi kadın.
O bunu der demez ikisinin üstünde olduğu yatağın hemen karşısında bir ışık belirdi. Chan gördüğü şeyle kadına saldırmamak için zor duruyordu. Karşısındaki bir Tapınak Rahibesiydi. Kuralları biliyordu, bu bir testti. Ancak karşısındaki manzara canını acıtıyor, kadını oracıkta boğmasını istemesine sebep oluyordu.Hyunjin elleri ve ağzı bağlanmış, yere diz çökmüş, korkuyla bakan gözleri Chan'da, hareket etmeye korkar bir şekilde ağır ağır nefesler alıyordu. 2 yanında aynı sağındaki kadın gibi giyinmiş birer rahibe. Ellerindeyse ince beyaz boyna doğrulttukları kalın ve uzun, ucu sipsivri bir iğne. Çok yakın...
O kadar yakın ki sevgilisi 1 santimetre hareket etse ince boyun delinir, beyaz ten kızıla bürünür. Chan düşüncelerine hakim olamıyordu. Başını yeniden Rahibeye yöneltti. Bu görüntüye daha fazla katlanamazdı.
"Her şeyden çok!" bu sefer kendi iradesiyle cevapladı kadının sorusunu. Sesindeki kızgınlık adeta bir tehditti. "Onun için ne kadar acıya katlanabilirsin?" Kadın alaycı bir tavırla bunu derken elindeki kutuyu iyice Chan'a yaklaştırdı.
Alfa ne yapması gerektiğini anlamıştı. Korkuyordu ancak şuan önemli olan kendi kaygıları değil sevgilisinin güvenliğiydi. Tereddüt etmeden bir elini kutunun karanlık, boş ve soğuk kısmına koydu. Ardından beklenmedik bir hızla rahibe kendi elini Chan'ın boynuna götürdü. Boynuna keskin iğnesini dayadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Tears | Hyunchan
FanfictionHyunjin, omega olduğunun öğrenilmesiyle hayatı mahvolan bir prensti. Bilmediği şey, karşı krallığın veliaht prensi Chris'in hayatına aniden girmesiyle her şeyin değişeceğiydi. Kehanet, savaş, ihanet ve kayıplarla dolu bir hikaye. Aşklar ve arkadaşlı...