Oturduğum mavi koltuğumda şimdi olduğu gibi yine bir şeyler karalıyorum kafam dağılsın diye, tek fark o zaman kafam dağılsın diye bir şeyler çizerken şimdi Seoho'ya olan son yazımı yazıyorum, son kez.
Haziranın ortalarında oturmuş bekliyorum yine, günün en sevdiğim saatleri tıpkı önceki doğum günlerimde olduğu gibi Seoho'dan bir arama bekliyorum, hatta bu sefer hazırlıksız yakalanmayım diye üzerimi bile bir saat önceden giyiniyorum. Her zaman olduğu gibi aynı heyecanın, aynı bekleyişin içerisindeyim. Ben düşünceler içerisindeyken yaklaşık bir on dakika geçiyor, yan tarafımdaki telefonum titriyor, zil sesi yaptığım Seoho'nun sesi yankılanıyor. Hızla elime alıp isme bakma gereği duymadan açıyorum,
"Aşağıda bekliyorum seni, koşarak gelme ama düşmeni istemiyorum." cümlenin sonuna doğru gülme sesi geliyor, ilk defa bu hissi tattığımdan gülüşü bile afallatıyor fakat fazla bekletmek istemediğimden hemen onaylayıp, hızla ama dikkatlice aşağı iniyorum. Dış kapıyı da kapatıp yanına doğru ilerlemeye başlıyorum arabaya yaklaştığımda gülümseyip benim için kapıyı açıyor ve dalga geçmekten asla geri durmuyor. "Buyurun, doğum günü yıldızı." Kaşlarımı çatıp dalga geçmesine yalandan da olsa kızacakken yüz ifademe kahkaha atmasından dolayı ben de dayanamayıp onunla beraber gülüyorum. Ön koltuğa yerleşirken o da hemen yan koltuktaki yerini alıyor ve arabayı çalıştırıyor, "Nereye gidiyoruz?" Diye soruyorum az çok tahmin etsem bile merak ediyorum. "Dongjuların evine gidiyoruz, Geonhak ikna edemedi kafede yapmamıza." Başımla onaylayıp önüme dönmek yerine yüzünü inceliyorum ve giydiklerini, siyah bir hırka, beyaz bir tişört ve altında da normal siyah bir kot pantolonla şık duruyor, ben de onun gibi mavi bir hırka beyaz bir tişört ve yine siyah bir kot pantolonla çıkmıştım. Yaz ayında olsak bile akşamları hava soğuyordu.
5 dakikalık yolculuğumuz Seoho'nun alışılmadık sessizliği ve benim onu çözmeye çalışmam sayesinde 5 saat gibi geçiyor, ondaki değişimi anlıyorum, aynı şekilde bu doğum günümün farklı geçeceğini de hissetmeye başlıyorum. Arada bana bakıp gülümsese de saklayamıyor, çünkü Seoho'yu görmekten çok kalbimle hissetmeye başlayalı çok oluyor, gözlerim kansa bile kalbimi kandıramıyor. "Keonhee, geldik hadi." Daldığım yerden irkilip ona doğru dönüyorum, belki de bir sorun yoktur ben abartıyorumdur, diye düşünüp iniyorum arabadan. Kapının önüne gelip zile basıyor, mor saçlı arkadaşımda sanki kapının önünde nöbet tutmuş gibi hemen açıyor. Büyük bir sevinçle "Hoşgeldiniz!" deyip içeriye buyur ediyor ve muhtemelen evlerinin küçük bahçesine ilerliyor, hiçbirimizin bozamadığı bir gelenekti artık sanırım doğum günlerini Dongju ve Geonhak'ın evinde yapmak. Pastalarımızı yer, geç saatlere kadar eğlenir, sohbet eder sonra da o gece orada kalırdık şimdiye kadar üç kez yapmıştık. Seoho her zaman Dongju'ya yaptığı atıştırmalıkları hiç beğenmediğini benim daha güzel yaptığımı, onun beceremediğini söyleyip sinir ederdi.
Yine düşünürken uzun gelen zaman sonrası bahçeye adımlıyoruz, ikisi de benden önce bahçeye girip diğerlerinin yanındaki yeri alıyor ve Hwanwoong elindeki konfetiyi patlatırken hep bir ağızdan "iyi ki doğdun Keonhee!" diye bağırıyorlar. Gözlerim doluyor bir seneyi daha böyle güzel dostlarla geçirmemi sağladığı geliyor aklıma, birlikte geçirdiğimiz her bir saniye için bile şükrediyorum o an. Youngjo hyung elindeki pastayla yanıma yaklaşıyor, yaktıkları mavi mumları üflemeden önce dilek tutuyorum gözlerimi kapatarak. İlk başta bana dost olan, aile olan bu güzel insanları kaybetmemeyi diliyorum, kaybetsem bile güzel hatırlayım, beni güzel hatırlasınlar istiyorum. Gözlerimi açtığımda Seoho'yla bakışıyoruz, bana kocaman gülümsüyorsun. Tanrı şahit gözlerinde bütün bir yıldızları, evreni görüyorum. Ben de ona karşılık gülümsüyorum kocaman, hepsi yanıma gelip tek tek hediyelerini veriyor ve sarılıyor. Bir ara ben dayanamayıp biraz ağlıyorum, buna hiç dayanamayan Dongju geliyor sarılıyor bana. Seoho'ya sıra geldiğinden beklememesi için tişörtünden çekiyor Hwanwoong Dongju'yu, sonra hepsi masalara ilerliyor, Seoho'nun hediyesini vermesi için. Yanıma gelip o da sarılıyor, "Hediyeni, 00:00'de terasta vereceğim." Deyip çekilecekken konuşmamla duruyor.
"Teşekkür ederim, o ara sokakta kaybolduğumda bulduğun için, dostlarını benimle tanıştırıp, paylaştığın için, bana uzun zaman sonra yaşamayı, sadece bu ana sahip olduğumu öğrettiğin için sana minettarım Seoho. Sen bana hediyeni her gün ve sizinle, seninle geçirdiğim her saniye veriyorsun zaten." Biraz fazla ağlamamdan uzun süre sarılıyoruz. Çekildiğimde hızla gözünden akan yaşı silip gülümsüyor. Sonra fısıldıyorum, "iyi ki o gün, berbat geçen derslerden ve şehirde geçirdiğim ikinci günden sonra kaybolmuşum." Gözlerime derince bakıyor, tekrardan gözleri doluyor ve başını eğip yine siliyor göz yaşlarını, başını kaldırdıktan sonra o da fısıldıyor. "Umarım her zaman "iyi ki" dersin Keonhee, hiçbir zaman pişmanlığın olmak istemedim." Deyip elimden tutup diğerlerinin yanına ilerletiyor, kaşlarım hafiften çatılıyor, veda eder gibi söyledikleri içimdeki huzursuzluğu daha da büyütüyor. Diğerlerinin yanına gelip çimlere serilen minderlere oturduğumuzda onlara yansıtmak istemediğimden kaşlarımı düzeltip gülümsüyorum ve sohbetlerine katılmaya çalışıyorum. Saatler ilerlerken Geonhak'ın Dongju'yu sinir etmesi, Dongju'nun onu karşılığında ısırması, Hwanwoong'un boyuyla dalga geçilmesi ve Youngjo'nun benim 1.81 boyumdan büyük egolu halleri bile benim huzursuz, onun sessiz hallerini bozmuyor. Bendeki değişimi fark eden Dongju ara sıra bana bakıyor, bakışmalarımızla geçen yarım saat sonrasında Seoho geleceğini söyleyip içeri giriyor, aradan geçen zaman sonrası gelmeyişiyle saate bakıyorum. 23:56'yı gösteren saatle aklıma dedikleri geliyor, "Hediyeni, 00:00'da terasta vereceğim." Yerimden kalkıp bana merakla bakan arkadaşlarıma "Seoho'ya bakıp geleceğim" deyip terasa çıkan merdivene doğru ilerliyorum, yavaşça ilerlerken içimdeki tarifi olmayan huzursuzluk beni rahatsız etmeyi kesmiyor. Sonunda çıktığımda kapıyı açıp giriyorum içeri.
Terasta, buz gibi esen rüzgar, sehpanın üzerinde açık mavi ve sarı kurdeleleri olan hediye kutusu dışında hiçbir şey yok. Hızla ilerleyip sehpaya bırakılmış mavi kutuyu alıyorum, beyaz sehpanın etrafına koyulmuş lila puflardan birine oturuyorum tedirginlikle, neden yanımda olmadığını, neden kendisinin vermediğini sorguluyorum, sebepler arıyorum. Kendimi avutmaktan vazgeçip mavi kare kutunun sarı kurdelelerini çözüp açıyorum. İçinde kutunun renginde, üzerinde güneş desenleri olan bir fotoğraf albümü ve küçük bir not çıkıyor. Albümü elime alıp açıyorum hepsi birlikte çektiğimiz fotoğraflarla dolu, hatta içinde gittiğimiz konserlerin ve sinemaların biletleri bile koyulmuş. Gözlerim tekrardan doluyor, albümü bırakıp notu alıyorum. Derin bir nefes alıp, ağlamamaya çalışıp okuyorum.
"Özür dilerim Gökyüzüm, yağmur yağmayı bırakmadı, bırakmayacak ama Güneş'in gitmek zorundaydı. Gökkuşağını kaybettirdiğim için çok özür dilerim umarım senin için güzel kalırım. Beni bencil bilme." Ve yazının altındaki minik güneş çizimi.
Değişik bir his kaplıyor içimi ilk başta ağlayamıyorum, rüya olsun istiyorum, bir gözyaşı akıyor sonra, gökyüzünden güneşi sökmüşler, çekmiş koparmışlar gibi gözyaşlarım akıyor. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, sonra bir hıçkırık kopuyor ağzımdan, tüm sessizliği bozuyorum bir anda. Rüzgar öyle sert esiyor ki gözyaşlarımın bıraktığı ıslak iz üşütüyor beni. Rüzgar bile isyan ediyor, yas tutuyor sanki güneşin koparılmasına. Bundan sonrası ise orada oturup ağlamamla geçiyor ki dönmeyişimden şüphelenen arkadaşlarım geliyor yanıma, hepsi merakla ve hüzünle bakıyor ağlayışıma yanıma koşturuyorlar. O anda bir açıklamaya değil sadece "Gitmiş..." demeye yetiyor gücüm, hepsi sarılıyor, yanıma oturuyor, hepimiz en başta bir dost, kardeş kaybettiğimize yanıyoruz, ağlıyoruz ben de hem bir sırdaşımı, beni iyileştiren en değerli kişiyi ve hayatıma doğan Güneşimi kaybettiğime ağlıyorum. Gidişinden sonra geçen günlerde ise hepimiz birbirimizi toparlamaya çalışıyoruz.
Lee Seoho, felaket bir günden sonra beni bulan, hayatıma doğan güneş, değişen tek şeyin gidişi olduğu o gün, duyguları farklı kılıyor ve her zaman güzel kalıyor ben de, bana öğrettiği onca his ve güven, minnet duygumu sağlamlaştırıyor, çünkü bıraktığı acı bile bana büyümeyi öğretiyor.
-
![](https://img.wattpad.com/cover/294408617-288-k225111.jpg)