insan, kendini bazen bir uçurum kenarında düşmeye yakın, bazen o uçurumun dibinde çakılmış, bazense hâlâ düşüyormuş gibi hissederdi. jeongguk, Kim saray'ında kendisi için kurulan büyük ve şatafatlı kahvaltı masasında otururken kendini sanki o uçurumun kenarında dikilip aşağı bakıyormuş gibi hissediyordu.
masada elbette ki tek değildi, kraliyet ailesi üyeleri-bunlar prensler, kral ve kraliçeden oluşuyordu, prenses elbise provası sebebiyle kahvaltıya katılmamıştı- de onunla beraberdi. jeongguk bu masada yabancılık çekmemişti. aynı kendi evinde, kendi sarayında olduğu gibi burada da huzursuzluk ana karakterdi. başta kral olmak üzere masadaki herkesin suratı asık, bakışları yorgundu. ancak bu masada jeongguk'u rahatsız eden ufak bir kötü enerji bulutu var gibiydi. herkes olması gerektiği gibiyken ve herhangi görünür bir sorun yokken bu his bulutunun nereden geldiğini çözememişti. sanki bütün kraliyet ailesi bu bulutun altındaydı ve biraz sonra yağacak olan sağanaktan kurtulacak olan tek isim jeongguk'tu.
genç prens, sadece çatal bıçak seslerinin duyulduğu odada başı tabağına eğik, elindeki çatalı tabağındaki yiyeceklere dürterken dikkati bir anda farklı bir yöne dağılmıştı. hemen yan sandalyesinde yemek yiyen prens Kim'in boşalan fincanını tanıdık bir el kavramıştı: jimin.
bazen jeongguk kendini eli kolu bağlanmış, hareketleri kısıtlanmış ve özgürlüğü elinden alınmış hissederdi. bu genellikle babasının yanındayken hissettiği bir şey olsa da şimdi açıkça böyle hissediyordu. hizmetçisi prens Kim'in porselen fincanını titreyen elleriyle kavrayıp bütün dikkatini vermeye çalıştığı demlikle doldururken gözlerini bir an bile üzerinden ayırmamıştı. jimin'in yorgun ve şiş gözleri sadece masaya odaklanmışken prensin bakışları tamamen jimin'deydi. sarı saçları toparlanılmaya çalışılmış ama hâlâ dağınık, üzerindeki bu saraya ait yamalı hizmetçi kıyafetleri bir miktar toprakla kirlenmiş, genelde pembe olan suratı beyazlaşmış, göz altları ise geçen gece ne yaptığını ele verir şekilde kararmıştı. sabahın erken saatlerinden itibaren onu alıkoyup çalıştırdıklarını, yorduklarını ve yormaya devam edeceklerini anlayabilmişti prens. genç prensin içi huzursuzlukla dolmuş, rahatsız bir şekilde sandalyesinde kıpırdanmıştı. jimin'i sadece kendisi yormalıymış, ona bir tek kendisi emir vermeliymiş gibi hissederken onun bu görüntüsü eli kolu bağlı hissettirmişti. koskoca bir prensti ama canını sıkan bu durum için kafasını tabağına çevirmekten başka bir çözümü yoktu.
••
kahvaltı faslı bittikten bir süre sonra, jimin yemek odasından getirilen bütün bulaşıkları yıkamayı da bitirmişti. saraydayken çoğu işi yapmayı öğrense de bulaşık yıkama konusunda iyi olduğu pek söylenemezdi. yine de ara sıra mutfağa kafasını uzatıp bütün hizmetçileri ve en çok da kendisini bakışlarıyla geren kâhyadan azar işitmeden, hiçbir tabağa veya bardağa zarar vermeden sağ salim işini bitirmişti. ıslak ellerini üzerindeki havluya sildikten sonra yorulduğunu belli eder şekilde nefesini vermişti. henüz gün doğmadan uyandırılmış, prensin atını ve bahçedeki diğer atları temizleyip bahçıvana yardım etmeye gönderilmişti. neyse ki bahçıvan-namjoon hyung'u kadar olmasa da- tatlı ve yaşlı biriydi, jimin'i çok fazla yormamıştı. bahçedeki işinin yarısındayken koşa koşa mutfağa çağırılmış, kahvaltı sofrası için yardım etmişti. şimdi bulaşıkları yıkadığına göre karşısındaki ufak masaya oturmaya hak kazanmıştı. üzerindeki önlüğü çözüp hizmetlilerin yemek yemesi için konulmuş olan eskimiş masaya ilerlemiş, ahşap sandalyeyi çekip oturmuştu. kendi hâlinde nefeslenirken önüne birden konan tabakla irkilmişti. başını kaldırdığında sarayda uzun süredir çalıştığını tahmin ettiği hizmetçi ona içtenlikle gülümsemiş, sırtını patpatlayıp konuşmuştu:
"gün ağardığından bu yana çalışıyorsun, bir lokma yemek yediğini görmedim. jeon krallığında seni böyle mi çalıştırıyorlar yoksa?"
hizmetçi kadın, ellili yaşlarının ortasında gibi görünüyordu. tombul, kırmızı yanaklı, sevecen bir suratı vardı. kendini diğer saray çalışanlarının yanında kısa hisseden jimin'in yanında bile kısa görünüyordu. jimin, hizmetçi kadının söylediklerini başını hızlıca sallayarak cevaplamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Abyssos • Jikook
Fanfictionprens jeon arzulamaması gereken tek şeyi arzulamıştı. hizmetkâr jimin'in dudaklarını.