8818 - BÖLÜM 13
Defalarca duyduğu adımların bu kez kendisini takip etmek için değil, ona ulaşmak için yanına geldiğini bilmenin rahatlığıyla gözlerini kapattı Jiyong.
Birkaç saniye sonra elinin hemen üzerine nazikçe yerleştirilen el ve denizin gürültüsünü bastırabilecek sakinlik, Jiyong'u esir almaya hazırdı.
Konuşmadılar, her ikisi de.
Ara sıra rüzgar esiyor ve Jiyong'un hepsini ciğerlerine hapsetmek için yanıp tutuştuğu, Youngbae'ye ait koku havaya yayılıyordu."Geldin," dedi Jiyong. Sesi o denli kısık çıkmıştı ki kendisi bile duymamıştı.
Ama bir sebepten, Youngbae'nin duyduğuna emindi.
"Geldim,"
Jiyong kulaklarına dolan sesle birlikte gözlerini kapattı. Göğsündeki karıncalanma ve terleyen avuç içleri ona yabancıydı yabancı olmasına ama Jiyong bu hissin adını bilmese de anlamını biliyordu, Youngbae'ydi.
"Hem nasıl gelmem?" diye sordu Youngbae. "Sen çağırırsın da."
Çok şey sorabilirlerdi birbirlerine ve belki özür dilerlerdi. Biraz anlatır, biraz dinlerlerdi birbirlerini.
"Seni affediyorum," dedi Jiyong. Youngbae kendisine mesaj attığı ilk günlerde ne de kararlı Seni asla affetmeyeceğim demişti ama ona? "Seni affediyorum Youngbae. Nedenini bilmiyorum, aklım senden uzak olmamı söylüyor ama kalbim seni affediyor."
Ve Jiyong ilk kez bakışlarını yanındaki çocuğun yüzüne sabitledi.
Eşsiz bir manzaraydı.
Parıldayan gözleri, biçimli kaşları, bir sanat eserini andıran burnu, dolgun dudakları, keskin hatlara sahip çenesi, omuzlarına dökülen dalgalı uzun saçları ve gün batımının kızıllığına boyanmış teniyle Youngbae, ressamların çizemeyeceği, yazarların tanımlayamayacağı kadar eşsiz duruyordu.
Jiyong burnunun sızladığını hissetti, istemsizce gözleri dolmuştu. Kim bilir ne kadar olmuştu o en son ağlayalı da, yanaklarındaki ıslaklık onu sersemletmişti.
"Seni affettim çünkü affetmek istedim Youngbae."
Youngbae'nin konuşmanın başından beri kendisine değil batmakta olan güneşe odaklanmış bakışları, kendi bakışlarıyla buluştuğunda Jiyong, bunun onların ilk göz göze gelişleri olmadığını fark etti.
Neredeydi, ne zamandı bilmiyordu ama bildiği tek bir şey varsa, o da bunun ilk olmadığıydı.
Youngbae gülümsedi ve Jiyong sandı ki, şu ana dek ona hiçkimse gülümsememişti.
"Teşekkür ederim," Youngbae, Jiyong'un elinin üzerindeki elini kaldırıp, onun kalbinin üzerine götürürken konuştu. "Beni affettiğin için, kendini affettiğin için, teşekkür ederim."
Jiyong, yavaşça başını Youngbae'nin omzuna yasladı, geçtiğimiz iki günün yorgunluğuyla gözlerini kapattı. "Bana bir şarkı söyleyecektin Youngbae?" diye sordu ve ekledi. "İki kişi hakkında?"
Youngbae, en az Jiyong kadar yorgun bir öpücüğü omzuna yaslanan saçlara bıraktığında dudaklarını araladı ve o tanıdık melodi, uçurumun kenarında yankılandı.
O şarkıya kimse şahit olamadı,
Ve Kwon Jiyong o şarkıyı hiçbir zaman dinleyemedi.
Çünkü sonraki sabah, ölü bedeni bir balıkçı teknesi tarafından kıyıya vurmuş şekilde bulunan Kwon Jiyong, cebindeki birkaç yaprağı kopmuş papatyası, salon masasında yer edinmiş siyah deri kaplamalı günlüğü ve balkonundaki saksıda açan ilk papatyasından başka hiçbir şeye sahip değildi.
Sonraki bölüm final olacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
8818 |GDYB|
FanfictionJiyong: Artık, pes etmeyecek misin? Youngbae: Benden her kaçışında, senin gittiğin yolları ben de yürüyeceğim elimde bir papatyayla. Jiyong: Senden kaçışlarımın sonu yok. Youngbae: Yolların da bir sonu yok Jiyong. Ve tabi papatyaların da.