Selçuk masa başında yarı uyuklar halde kamera kayıtlarını beşinci kez izliyordu fakat ikinci diskten de kayda değer bir şey çıkmamıştı. Bu da onun motivasyonunu ister istemez kötü anlamda etkiliyordu. Ofis kapısı açıldığında kafasında tacıyla elindeki gofreti kendisine uzatan Kerem'i gördü. Gofreti alıp ağzına attı. Kerem kıvır kıvır saçlarını tutmakta zorlanan tacı biraz geriye itip "İpucu yok mu?" diye sordu. Selçuk sıkıntıyla "Beş kere izledim ama yok. Arada içeri girip çıkan roman çocukları, pazar arabası süren kadınlar, köpekler ve uyuyan evsizler dışında hiçbir şey yok. İlk diskle aynı. Yer yarıldı içine girdi sanki." diye rapor etti. Kerem gözlerini ovuşturup "Bu daha ikinci disk, her hafta yeni bir disk almaya gidiyorum. Hemen umutsuzluğa kapılıp beni de strese sokma." dedi. İki çalışma arkadaşı da yorgundu. Kerem ofis camına yaklaşıp dışarı baktı "Sonbahar geldi, havalar soğumaya başlayacak." Selçuk kafasını bilgisayardan kaldırıp ayağa kalktı "Bir aydır bu ofis dışında bir yere gidemez oldum. Sonbaharın geldiğini ancak fark ettim." dedi çalışma arkadaşına. Kerem kendi sandalyesine oturup geriye yaslandı "Son cinayetten sonra elimize bir şey geçeceğine çok emindim..." diye hayıflandı. Ofis telefonu çalmaya başladığında Selçuk telefona elini attı "Alo?" Karşıdan bozuk bir ses geldi ve sustu. Selçuk masaya yaklaşıp dikkatle "Alo? Amirim, siz misiniz? Hatta bir sıkıntı var. Ses alamıyorum." dedi. İki saniye sonra bir hırıltı duydu. Boğuk hırıltı boşluktaymışçasına yankılandı. Bozuk bir radyo gibi aynı hırıltı kesik kesik devam ederken Selçuk bir şeylerin ters gittiğini iliklerine kadar hissetti "Kimsiniz?" diye sordu korkuyla. Kerem kaşlarını çattı ve ayağa kalkıp telefona yaklaştı. Hoparlör tuşuna basıp sessizce bekledi. Selçuk boğazını temizlemek istercesine öksürüp "Alo?" diye yineledi. Hırıltı kesildi, bir kaç saniye süren sessizliğin ardından bozuk, garip bir erkek sesi ikisinin kulaklarında yankılandı "Darağacında beş ceset var. Hepsi iyiliğimiz için. Beş çöpü ortadan kaldırdım." Ses kesildi ve anlık bir hırıltı duyuldu ardından "Çöpler darağacında. İyiliğimiz için yapıyorum. Ben seçildim, onları temizlemek için." Selçuk'un kanı çekilirken bacakları titremeye başladı. Ses kısık bir inlemeyle "Biz dostuz, düşman değil." dedi. Ardından telefon kapandı. Selçuk hayalet görmüşe döndü. Tüyleri dikilmiş, ağzı kurumuş, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kerem hışımla doğruldu "Ofis telefonu!" diye ciyakladı "Bizi ofis telefonundan aradı! Katil içerde, çabuk haber ver kapılar kapatılsın!" Selçuk Kerem'e ışığa bakan ceylan misali bakarken Kerem heyecanla bağırdı "Çabuk olsana be adam! Koş!" Selçuk ne dediğini yeni kavramışçasına dizlerine kuvvetle asıldı. Var gücüyle anons odasına girdi ve hoparlörü açtı "Dikkat, bütün kapılar kapatılsın seri cinayet şüphelisi karakolun içine sızmıştır! Tekrar ediyorum, bütün kapılar kapatılsın ve sıkı bir denetime girilsin, seri cinayet şüphelisi karakolun içine sızdı!" Anonsu duyan tüm polisler sıra halinde hızla kapılara dikildi. Bütün kapılar kapatılıp odalar araştırılırken Selçuk, amirin odasına bir hışımla girdi "Amirim!" Gürkan amir anonsu duymuş olacak ki içeri fişek gibi atılan Selçuk'u gördüğünde korktu. "Selçuk, rapor ver!" diye emretti Gürkan amir. Selçuk soluklanmaya fırsat bulamadan "Ofis telefonumuz!" dedi ve derin bir nefes aldı "Ofis telefonumuza bir arama geldi. Sizinle ve diğer memurlarla iletişimde kalmak için kullanıyoruz. Başka kimseyi ofis telefonuyla aramadık ve kimseye numarasını da vermedik. Katil nasıl olduysa karakola sızmış." dedi, Selçuk ardı ardına kelimeleri dökerken Gürkan amir sakin kalmaya çalışıp "Yavaşla, telefonda size ne dedi?" diye sordu. Selçuk hırıltılı sesi hatırladığında ürperdi "O anın şokuyla cümleleri net hatırlamıyorum fakat darağacından ve beş cesetten bahsetti. İyiliğimizden söz etti ve kurbanlarına çöp diyordu... tam olarak hatırlayamıyorum. Kerem hatırlıyordur." diye geveledi. Şoke olduğundan bütün cümleleri hatırlamakta güçlük çekiyordu. Amir soğukkanlılıkla kamera kayıtlarına bakmak için odadan ayrıldı. Selçuk yalnız kaldığı odada kendi etrafında dönerken çalan telefonuyla irkildi ve elini korkuyla cebine attı. Özgür'ün aradığını gördüğünde rahatladı "Alo Özgür?" Özgür'ün sesi cılız çıkıyordu "Selçuk, neden artık konuşmuyoruz?" "Üzgünüm dostum, bu aralar oldukça yoğunuz, şu an karakolda bir katil geziniyor desem inanır mısın bilmem..." Özgür'ün cılız sesi biraz canlandı "Ne diyorsun sen?" "Eğer bir aksilik çıkmazsa bugün bana gel Özgür, bir iki laflarız. Şu an kapatmam gerek." Özgür telefonu kapattığında Selçuk kapıda dikilen Kerem'i fark etti, ürküp "Siktir, ödümü kopardın." diye tısladı. Kerem karşılık vermeden amirin ofis telefonuna elini atıp kurcalamaya başladı "Bu telefon." diye mırıldandı. "Siber ekip ve olay yeri inceleme çağırmalıyız." dedi ardından. Selçuk dikkatle Kerem'i izlerken "Neden?" diye sordu. Kerem sıkıntıyla amirin koltuğuna oturup kafasını kaşıdı "Ya bir memur katilse? Bu yüzden ona ulaşamıyor olabilir miyiz? Kanıtlar siliniyorsa? Selçuk, öteki türlü bir katilin buraya kadar girip iz bırakmadan yok olması ne derece mantıklı olur? Kuş değil ya bu adam uçup gitsin..." Selçuk Kerem'in karşısına oturdu "Neler diyorsun sen, amir kayıtlara bakmaya gitti bir şey çıkacaktır..." Kerem Selçuk'un sözünü kesti "Kayıtlarda bir şey yokmuş. İçeri giren memurlar ve amir dışında karakola giren kimse olmamış." dedi keskin vurgularla. Selçuk yutkunup amirin odasına göz gezdirdi "Kerem ağzını hayır aç. Söylediklerin ağır ithamlar." Kerem ayağa kalkıp kapıya yöneldi "Ekipler çağrılacak, sen de ofise dön ve akşam yemeği sipariş et ve Selçuk..." dedi. Biraz durdu ve kafasında söyleyeceklerini tarttı "Ne söylediğimin gayet farkındayım ama bazen düşmanın gölgenden başkası değildir." ardından kapıyı açıp çıktı ve polis kalabalığına karıştı. Gürkan amir içeri girdiğinde Selçuk oturduğu koltuktan kalkıp ellerini yumdu "Amirim kanıt bulunamamış." Gürkan amir kafasıyla onayladı "Evet, ekipler çağırılacak." dedi kısaca. Selçuk gözlerini kaçırıp ofisine çıktı. Eli ağzında tırnaklarını kemirirken Kerem'in söylediklerinin doğru olabileceğini düşündü. Yemek sipariş edip sandalyesine iyice yaslandı. Bir hain mi... neden bir polis cinayet işlesin? Aynı zamanda bizi arasın... yakalanmayacağına bu kadar emin mi bu puşt... kim olabilir? Zihninin içinden samimi olduğu herkesi yoklamaya çalıştı. Gürkan amiri düşündü ve aniden zihnini susturdu, o bir amir. Böyle bir şey hayatta yapmaz. Böyle bir gurursuz ve alçak olamaz, içeri giren Keremle gözlerini kaçırdı. Kerem ise masanın üstüne oturup "Ne düşünüyordun?" diye sordu. Selçuk parmaklarıyla oynamaya başladı "Bir hain varsa kim olabilir ki?" Kerem tacını çıkartıp önüne düşen saçlarını eliyle düzeltti "Bundan sonra bir gözüm teşkilatta olacak, diğer gözüm dışarıda. Senin de bir gözün burada diğeri dışarıda olsun dostum. İki göz yeterli değil. Dört gözümüzü kullanalım. Güçlerimizi birleştirelim. Benimle misin?" Selçuk parmaklarıyla oynamayı bırakıp kaşlarını çattı "Seninleyim. Unuttun mu, başından beri seninleyim. Biz bu iğrenç durumu düzelteceğiz. Kim olursa olsun... o puştu lime lime edeceğiz." Kerem arkadaşının omzuna vurdu "Bugün arkadaşım kendi iş yerinin açılışını kutlayacak. Benimle gelmek ister misin? Kafamızı dağıtırız." Selçuk hevesle kafasını sallayacaktı ki Özgürle buluşacağını hatırlayıp geriledi "Gelmeyi çok isterdim ama Özgürle buluşacağız." Kerem merakla "Şu sorgu sırasında karşılaştığın çocuk mu?" diye sordu. Selçuk onayladı "Evet, bu olaylar yüzünden çok aksattım onu." Kerem ayağa kalktı "Anladım, yine de eğer gelmek istersen.." dedi ve cebinden bir kart çıkardı "Bu adrese gelebilirsin. Saat akşam dokuzda kutlama başlayacak." Selçuk kartı alıp ceket cebine soktu. Kerem ofisten çıktığında Özgür'ü aradı "Alo Özgür, bugün gelecek misin?" Özgür "Evet gece birde sende olurum." dedi ve telefonu kapattı. Selçuk'ta ofisten çıkıp arabasına bindi.
Eve vardığında gece bire çok zaman olduğundan dolayı Kerem'in davet ettiği kutlamaya gidebileceğini düşündü. Cebinden kartı çıkartıp telefonuyla konumu arattı. Kendi evine arabayla yarım saat uzaklıkta olan bir yerdi ve henüz saat sekize yeni geliyordu. Bu yüzden oraya gidecekti. Üstüne siyah bir kazak altına siyah bir kot pantolon giydi. Üstüne mavi ince bir ceket geçirip kartı aldı ve dışarı çıktı. Arabasına binip konuma doğru yola çıktı.
Vardığında saat sekiz buçuktu. İş yeri bir hamur işi dükkanıydı. Oldukça büyük bir pastane olacağı dükkanın heybetinden belli oluyordu. Kahverengi duvarları, pasta börek ve çöreklerin sergilendiği tezgahın camdan oluşu, dışarı koyulmuş kahverengi ve sarı masa takımları oldukça lüks duruyordu. Bahçenin içine girmeden önce misafirleri bir güvenlik karşılıyordu. Pastane açılışı kutlamak için oldukça tedbirli bir yaklaşımdı. Güvenlik Selçuk'tan kimlik istediğinde yanında getirdiği polis kimliğini çıkardı "Keremle aynı ofiste çalışıyoruz. Beni o davet etti." dedi. Güvenlik Selçuk'u biraz inceleyip eliyle bahçeyi gösterdi "Girebilirsiniz." Selçuk böylesine iddialı bir tedbiri oldukça garipsemişti. Kerem'i yuvarlak bir masada şık giyimli biraz kilolu bir adam ve kırmızı parıltılı bir elbise giyen sarışın bir kadınla konuşurken gördü. Eliyle o masaya işaret yapıp "Kerem!" diye bağırdı. Kerem sağına baktı ve Selçuk'a eliyle gel dedi. Selçuk yürürken etrafında bir sürü şık giyimli elit insanlar olduğunu fark etti. Kendi giyim stili bu afili mekanda sönük kalmıştı. Kerem'in her zaman dağınık görmeye alıştığı kıvır kıvır saçları özenle geriye sabitlenmiş, genelde baygın bakan ela gözleri fırıl fırıl masadaki arkadaşlarının üstünde dönüyor, giydiği siyah takım elbise ise Kerem'in kambur duruşunu örtü gibi gizliyordu. Kerem'in yanına geldiğinde hoş bir parfüm kokusu genzine doldu. Parfümün esinti kaynağına doğru gözlerini çevirdiğinde dümdüz sarı saçları ve masmavi gözleriyle adeta zarif bir kuğuyu andıran kadınla göz göze geldi. Kadın elini uzattı "Merhaba, sonunda tanıştık. Hakkınızda çok bahsetti Kerem." dedi. Selçuk utanarak kadının elini sıktı "Öyle mi..." kadının hemen yanındaki beyaz gömlekli ve bakışları sert olan adam konuşmaya atladı "Öyle tabi, ortakmışsınız. Bu eşim Kardelen. Ben de Kerem'in arkadaşı Orhan. Organizasyonun ve kutlamanın da sahibiyim." dedi. Selçuk gözlerini kaçırdı. Kardelen'le evli olduklarını öğrendiği için iri yarı adama irite olmuştu. Böyle güzel bir kadının bu ayı yarmasıyla ne işi var... kör mü oldun be güzel kuğu. diye içinden geçirdi. Selçuk adamı az da olsa küçük düşürmek istedi "Pastane açma fikriniz ne hoş fakat sizce de bir pastane açılışı için aldığınız güvenlik önlemleri biraz fazla değil mi? Sonuçta kimse silahla pasta soygunu yapmaz değil mi?" dedi tıksıra tıksıra gülerek. Gözleri kadına kaydığında kadın da eliyle ağzını kapatmış gülümsüyordu. Adam koca bir kahkaha patlattı "Tabi, pasta soygunu garip olurdu fakat ben bir inşaat şirketinin sahibiyim aynı zamanda. Ne olacağı belli olmaz. Bu pastaneyi eşim için açtım! Aşçılığı mükemmeldir." dedi. Selçuk kendi ufak kahkahalarını boğazına doğru yutarken alaycı suratı deprem gibi çöktü aniden. Utançla Kerem'e baktı "Tabi, şaka yapıyordum zaten." dedi, hevesi kursağında kalmıştı. Kerem Selçuk'un omzuna elini koydu "Ofiste de böyle neşeli, böyle şen şakrak birisi." diye onayladı Selçuk'u. Selçuk ellerini yumdu, yalancı. Kerem'in arkasını toplamasına müsaade ettikten sonra bunca elit insanın da neden burada olduğunu artık anlamıştı. Orhan denilen adama bakıp "Keremle nereden arkadaşsınız?" diye sordu. Kerem'in böyle bir ortamı olacağını tahmin edemezdi. Orhan masaya içki dağıtan garsona seslenip "Dört tane kırmızı şarap!" dedi ve ardından Selçuk'a döndü "Kerem benim iş yerimde olan bir cinayeti çözmüş mükemmel bir adamdır. En yakın ortağımı öldüren bir işçiyi iki günde adalete teslim ettiğinde onunla dost olmaya karar verdim. Kuvvetli ve sarsılmaz bir arkadaşlık, işte böyle." dedi ve Kerem'in kolunu sıvazladı. Kerem gülümseyerek yere baktı. O sırada gelen garson masaya içkileri bıraktı, Orhan hevesle kendi kadehini havaya kaldırıp "Nice uzun dostluklara!" dedi. Diğerleri de adamın hevesine ortak olup kadehleri tokuşturdu. Orhan ne kadar gıcık gözükse de tatlı bir adamdı. Selçuk Özgür'ün elit ve zengin düşmanlığıyla beslenmiş biriydi bunca zaman. Özgür "Daha fazla para kazanman gerek." dese de ağır bir zengin düşmanlığı taşıyordu. Oysa şimdi masada Kardelen'le evli olması dışında kötü hiçbir yanı olmayan bir adamla karşı karşıyaydı. Özgür'ün bu kuruntuları yıllar boyu Selçuk'u beslemişti. Zenginleri veya böylesine eğlenen kesimleri hep sahte ve kötü olarak algılamıştı. Merakına yenik düşüp Orhan'a bir soru yöneltti "Hayatınız nasıl gidiyor, günlük hayatınızda neler yaparsınız?" Orhan soruyu garip bulsa da kadehinden bir yudum alıp "İşlerimi erken bitirmeye gayret edip ailemle vakit geçiriyorum. Dokuz yaşında bir oğlumuz var. Bazen eğlencelere katılıyoruz bazen evde oturuyoruz. Neden sordun?" diye yanıtladı. Selçuk'un yüzü asıldı çocukları da mı varmış... kendi kadehini bir yudumda bitirdi "Böyle bir yere hiç gelmemiştim. Merak ettim." dedi. Kerem Selçuk'un kolundan tuttu "Biz Selçuk'la biraz konuşalım birazdan size katılırız." dedi ve arka bahçeyi işaret etti. Kardelen ve Orhan "Keyfinize bakın." dediğinde Selçuk'la beraber arka bahçeye yürüdüler. Sessiz bir ağacın altına geçtiklerinde Kerem "Kardelen'e mi vuruldun?" diye sordu alayla. Selçuk gözlerini kaçırdı "Vurulmuştum. Soruyu sorma sebebim bir arkadaşımdı ama. Kardelen'le bir alakası yoktu." Kerem pantolon cebinden iki sigara çıkarıp yaktı ve birini Selçuk'a uzattı "Neymiş o sebep?" Selçuk sigaradan bir nefes çekti ve üfledi "Özgür, bir kargo şirketine sahip. Yani zengin ama bu kesimle ilgili söylemleri farklı. Böyle elit kesimlerin evlerinde çok mutsuz olduğunu sahtekar olduklarını düşünüyor. Ben de merak ettim." Kerem çimlere ayakkabısını sürtüp "Geçim derdi olmayan birinin derdi diğer geçim derdi olmayandır öyle mi?" Selçuk güldü "Öyle değil, Özgürle o kadar vakit geçirdim ki... şimdi böyle eğlenceli ve basit konuların döndüğü bir ortamda kuş gibi hafif hissettim. Anda kalmayı özlemişim." Kerem sigarasını ağzına götürdü "Eğer mutsuz biriyle arkadaş olmak istemiyorsan olma." Selçuk telefonunu çıkardı "O benim dostum Kerem. Düşünceleri ne kadar depresif olursa olsun çocukluğumu onunla geçirdim. Şimdi nasıl bırakayım onu sırf mutsuz diye." Saate baktığında gece 00:30 olduğunu gördü ve sigarasını yere fırlattı "Gitmem gerek. Beni böyle bir yere davet ettiğin için teşekkürler." dedi. Kerem el salladı "Ne demek."
Eve vardığında saat bir olmuştu fakat daha kapı çalmamıştı. Odasına gitti ve üstünü değiştirip telefonunu çıkardı. Tam Özgür'ü arayacaktı ki kapı çaldı. Hızlı adımlarla koridora gidip kapıyı açtı. Özgürle göz göze geldiğinde dehşete düştü. Özgür'ün yeşil gözleri kan çanağına dönmüş, zaten zayıf olan bedeni iskeletini dışarı atmıştı. Ayakta durmaya mecali olmayan Özgür'ün koluna girip hızla mutfağa götürdü ve bir sandalyeye oturttu "Özgür, bu ne hal? Zayıflıktan iskeletin gözüküyor, ne oldu sana?" Özgür elini eşofman cebine atıp bir ilaç şişesi çıkardı "Hastalık geçirdiğim dönemi hatırlıyor musun?" diye sordu. Selçuk endişeyle "Evet." dedi. Özgür zar zor açık tuttuğu gözlerini bir anlığına kapattı "Ataklarım ve paranoyalar tekrar başladı." Selçuk dudaklarını diliyle ıslattı "Randevu aldın mı? Seni atağa geçiren şey ne?" Özgür kontrolsüz bir kahkaha patlattı "Almadım! Selçuk baksana..." kahkahalarını durdurmaya çalışırken Selçuk korkuyla arkadaşını izliyordu. Özgür zorla da olsa gülmeyi durdurdu "Sence insan öldürmek nasıl bir duygudur?" Selçuk kaşlarını çattı "Berbat?" dedi sorgular bir tonla. Özgür ayağa kalktı ve arkadaşının buzdolabını açıp içinden iki bira çıkardı "Kimseyi öldürmeden nereden bileceksin bunu?" Selçuk önüne sertçe koyulan birayı süzdü "Özgür, kendine gel." dedi sakince. Özgür tıksırdı ve kendi birasını açıp uzunca yudumladı "Selçuk senin sorunun korkak olman. Cesur değilsin, hep bir şeylerin arkasına saklanıyorsun. Devletin sana öğrettiği etik kanunlara o kadar yapışmışsın ki kendi beynini kullanamıyorsun. Neden, kullanırsan çok güvendiğin devletin kıçına tekmeyi basar diye mi?" Selçuk hırsla konuşan Özgür'ün ağzından saçılan tükürükleri seyrederken sakinliğini bozmadı. Hayatında ilk defa kendini kontrol altında hissetti Selçuk. Beyni sakince çalışıyor, heyecan yapmıyor ve düzgün düşünüyordu. Özgür'ün bu hırslı sözcükleri onu korkutmamıştı. Genelde Özgür'ü bu durumda gördüğünde kendini ezik ve bilgisiz hissederdi. İlk defa Özgür'e acıdığını fark etti "Özgür, kendine gel." diye yineledi Selçuk sakince. Özgür öfkeyle sandalyeye vurup birasını yere fırlattı "Ben zaten kendimdeyim, hiç bu kadar kendimde hissetmemiştim! Etik saçmalığını al da götüne sok seni korkak piç!" Selçuk aniden ayağa kalktı ve kendi birasını buzdolabına koydu. Eğilip Özgür'ün yere attığı birayı eline aldı ve çöp kutusuna doğru fırlattı "Korkak mı... bu seri cinayet davasında kaç tane ölü gördüm biliyor musun? Ölen masum insanların ailelerinin feryatlarını kaç kez dinledim biliyor musun? Her hafta bir kurbanın ailesi arayıp umutsuzca bana kaç kez yalvardı biliyor musun? Hiçbir kanıt olmadığından dolayı yeni bir ceset haberi kaç saat bekledim peki onu biliyor musun? Özgür sen zihnini boş fikirlere kaptırmış gidiyorken ben günlerce uykusuz kalıp o saatlerin içindeki dakikalar boyu vicdan azabı çektim. Her dakika bulamadığım tonlarca ipucu için kendimi öldürmek istedim. Korkak ya da cesur artık ne önemi var? Öldürmek nasıl bir duygu bilmiyorum fakat kurban olmak nasıl bir duygu biliyorum. Her dakika diken üstünde hissetmek nasıl bir duygu biliyorum. Özgür marifet öldürmekte değil, marifet öldürüp bir ideolojiyi savunmakta değil. Haklı ya da haksız yok. Cesur ya da korkakta yok. Gerçek olan tek şey birileri bir yerlerde acı çekmeye devam ediyor. Bu kısır döngü birilerine acı çektirmeye zaten sonsuza kadar devam edecek. Yani demem o ki... kurtarabildiğim hayat sayısı bir dahi olsa bu en büyük başarıdır. Eğer bu korkaklıksa da varsın olsun, önemli değil." dedi. Ağzından dökülen tüm cümleler içini rahatlatırken Özgür'e baktı. Kan çanağı olmuş yeşil gözleri yanaklarına doğru damla damla yaş akıtıyordu "Selçuk ben ne yapıyorum... özür dilerim. Neden böyle davranıyorum hiçbir fikrim yok!" dedi çatallaşan sesiyle. Selçuk dostunun yanına gidip omzunu sıvazladı "Geçecek, bir psikiyatri randevusu al. Sen de yorulmuşsun belli. Yemek yemeyi unutma kendine bak. İskeletin çıkmış." diye teselli etti Özgür'ü. Özgür yanaklarındaki yaşları silip "Yaren'in çizdiği resimden sonra ataklarım başladı." dedi. Selçuk merakla "Sahi, siz sürekli berabersiniz. Ne resmi bu?" diye sordu.
Özgür tüm bu süreç içinde olanları anlattıktan sonra Selçuk çenesini kaşıyıp düşünüyordu. O gün Yaren'in sorgudaki küstah tavırlarını hatırlayınca rahatsız oldu "Özgür bana düşmez biliyorum fakat bence Yaren'den uzak dur. O kadında çözemediğim bir şeyler var." Özgür gözlerini kaçırıp sıkıntıyla iç çekti "Duramıyorum. Zehir gibi beynimin içinden bir saniye olsun çıkmıyor." Selçuk yüzünü ekşitti "Aşık oldun sen yani." Özgür cevap vermediğinde Selçuk "İş partnerim bana; bazen düşmanın gölgenden başkası değildir, demişti. Özgür iyi bir gözlemcisin. Onu komple hayatından çıkarma fakat gözlemle. Bir güvenlik kamerası gibi gözün hep onun üstünde olsun. O kadında cidden bir haller var." Özgür arkadaşının sözlerini kafasının bir köşesine yazdı "Pekala." dedi. Selçuk'un gözüne Özgür'ün iskeleti çarptığında gülümsedi "Yemek yiyelim acıktım!" dedi neşeli olmaya çalışarak. Özgür arkadaşının bu teklifini reddetmedi.
O gün iki dost içlerindeki bütün zehri kusuvermişti. Özgür sabaha doğru bir randevu almıştı. Ayrıca yemek yiyebilmek adına telefonuna alarm kurmuştu. Öğlen terapi randevusuna giderken kulağına bir kadın feryadı doluştu. Boğazı yırtılana dek bağıran kadın sesine doğru rotasını çevirdiğinde koşuyordu. Sağa doğru dar bir ara sokağa girdiğinde büyük bir alana yayılmış polis şeritleri gözüne çarptı. Bağıran kadın "O daha küçüktü! Ölemez, canı tatlıdır onun ölemez! Bana oğlumu gösterin!" dedi var gücüyle. Özgür gözlerini bağıran kadından ayırıp olay yerine çevirdiğinde çöp tenekesinin üstünde parçalanmış bir ceset gördü. Midesi ağzına geldiğinde ise gözü çöp tenekesinin yanındaki sokak lambasına kaydı. Lambanın direğine sarmal şeklinde dolanmış organlar beynine akın etti. Bağıra bağıra ağlayan kadının sesiyle öğürdü. Kafasını cesedi ve organları göremeyeceği şekilde duvara çevirip yere kustu. Gözleri kusmaktan dolayı zonklarken cesede tekrar baktı. Aylar boyu aç kalmış bir köpek tarafından parçalanmış gibi gözüken ceset aklına kabus gibi giriverdi çıkmamak üzere. Dizleri titrerken sayıkladı "Randevuya yetişmem gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pençe
Mistério / SuspenseÖzgür adında tiyatro düşkünü bir adam barda kendine benzettiği bir kadınla tanışır. Özgür'ün dostu Selçuk ise sıradan bir polis memurudur, disiplinli bir dedektifle tanışmasından sonra sarsıcı bir seri cinayet vakasına atanır. Kimliği belirsiz seri...