Ormanlık alanla evimin arasında çok bir mesefe yoktu. Birbirine karışan adımlarımla kendimi koşmaya zorlayıp ormanı bitirdiğimde kendi vücuduma döndüm ve karın soğuğunu hissetmeye başladım. Kurdum içimde acı çekiyor, başım sürekli olarak dönüyordu. Orman ile ev arasındaki o kısa mesafe saatler sürmüş gibime gelmişti. Evin kapısının önüne geldiğimde gizli anahtarı alabilecek kadar güçlü hissetmiyordum. Gözlerimin etrafındaki kararma devam ediyordu. Kurdum tamamen isyan ediyordu bana. Alfa, ondan uzaklaştığımda bir süre beni takip edip sürümün sınırlarına girdiğimden emin olmuştu. Kurdum bu davranışını düşündükçe mutlulukla dans etse de ikimizin içinde de baskın olan duygu endişe ve mutsuzluktu. Yıpranmış hissediyordum. Kurdumu kontrol edememek, onunla zıt düşmek tamamen mahvetmişti beni. Şimdi de bu yüzden evin kapısında öylece oturuyordum. Birden arkamdan adım sesleri duydum. Koku bir omegaya aitti ama tanıdık değildi.
"Hey, iyi misin?"
Bu sorunun cevabını bilmiyordum. Kurdumla barışmam gerekiyordu ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Kapana kısılmıştım. Yardım alabileceğim kimsem yoktu. Alfa ile ilgili hiçbir şeyi kimseye anlatamazdım. Birden omega omzuma dokundu.
"Jimin, kapıyı çalmamı ister misin?"
Başımı iki yana salladım. Bu dünyamın daha da dönmesine sebep oldu. Saat geç olmuştu ve ailemin beni böyle görmesini nasıl açıklayacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.
"Burada bekle sana su getireceğim."
Yabancı omega uzaklaştığında başımı evin kapısına dayadım. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Kurdum beni umursamazcasına öfkeliydi. Alfaya gitmek istiyordu. Onun beni kokusuyla işaretlemesine izin vermeyişim son nokta olmuş gibi öfkeden deliriyordu. Ben bunları düşünürken tekrar aynı el omzuma dokundu.
"Hadi biraz su iç, kendini daha iyi hissedersin."
Elimin üstüne elini koyup beni destekleyerek bardaktaki suyu içmeme yardım etti. Görüşüm biraz daha açılmış, baş dönmem hafiflemişti. Hava daha da kararmış, soğuk giderek içime işliyordu.
"Jimin, daha iyi misin?"
Başımı omegadan tarafa çevirdim. Benim boylarımda çok güzel bir erkek omegaydı.
"Teşekkür ederim. Bunu yapmana gerek yoktu."
Gülümsedi. Işıldıyordu.
"Sorun yok. Hadi eve gir. Belli ki dinlenmen gerek."
Onayladım.
"Seni daha önce görmedim sanırım."
Sorar gibi olduğumda gülümsemeye devam etti.
"Ben iki yaş küçüklerin olduğu gruptayım çünkü. Adım Baekhyun."
Şimdi anlamıştım. Chanyeol'un ruh eşiydi. Ben de elimden geldiğince gülümsedim.
"Teşekkür ederim Baekhyun."
Başını salladı.
"Bizim için yaptığın fedakarlığa, hayatım boyunca minnettar kalacağım."
Omzunu sıktım destek olmak istercesine.
"Mutlu olun. Tek istediğim bu lanet sürüde birilerinin mutlu olabilmesi."
Omzundaki elimin üstüne o da elini koydu.
"Sen de mutlu olmayı hak ediyorsun."
Onlar mühürlendikten sonra alacağım ceza ağır olacaktı. Beni başlarından atmak için neler yapabileceklerini tahmin bile edemiyordum. Bu yüzden mutluluğumdan emin olamasamda bunu ona yansıtıp suçlu hissetmesini istemedim. Elimi çekip uzaklaştım. O da son bir kez gülümseyip arkasını döndü. Tuğlaların arasındaki gizli anahtarı alıp kapıyı açtım, anahtarı tekrar sakladım. İçeri girip kapıyı arkamdan kapattığımda salonun ışığının hala yandığını fark ettim. Kaçınamayacağım bir konuşma beni bekliyordu belli ki. Kurdum bu kadar öfke ile yanarken ne kadar sağlıklı bir konuşma yapabilirdim bilmiyordum. Ama kaçışım olmadan mecburen salona adımladım. Annem üzerindeki battaniyeyi omuzlarına almış endişe ile bana bakıyordu. Babam ise annemden farklı olarak salonun ortasında bir o tarafa bir bu tarafa dönmekteydi. Onun da bakışları beni bulduğunda gözlerinden öfkeli bir ışık geçti. Yerime sindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
abience.
FanfictionAbience (i.) : Birinden veya bir şeyden kaçınmak için hissedilen güçlü dürtü.