24. BÖLÜM: "DÖRT"

29.5K 2.5K 947
                                    

Merhabaa, biz geldik❤

Medyada bizimkiler var😻

Bir sorun olmamasını umuyor ve bölümü sizi emanet ediyorum.🙏🏻

Bir önceki bölüm harikaydınız, her birinize teşekkür ederim.😻 Bu bölüme de 1200 oy ve 700 yorum diyelim mi? Hadi bir deneyelim.😌

Keyifli okumalar dilerim❤

***

"Geç kalacağız," diye homurdandım Alparslan öfkeyle kornaya basıp küfrederken. Öyle çok araba vardı ki sanki milim milim ilerliyormuşuz gibi hissediyordum. "İstanbul trafiğinden gerçekten nefret ediyorum."

"Piç kuruları ehliyeti manavdan almışlar sanki..."

Alparslan çevreyi kirletmeye yemin etmiş gibi yeniden kornaya bastığında gözlerimi devirdim ve uzanarak müziği değiştirdim. Arabadaki gergin havayı dağıtmak için daha sakin, dinlendirici bir parça seçtim ve arkama yaslandım. Hafta sonuydu ve fazlasıyla hareketli bir cumartesi günüydü. Saat akşam dördü biraz geçiyordu. Nisan ayının ortalarındaydık ve son birkaç günün yağmurunun aksine bunaltmayan ancak aynı zamanda da üşütmeyen bir hava vardı. Alparslan beyaz gömleği, kotu ve omuzlarına aldığı hırkasıyla son derece rahattı, bende pileli bir etek, yakası dantelli bir gömlek giymiştim ve yanıma aldığım hırkayı çıplak dizlerimin üstüne örtmüştüm.

Her şey yolundaydı. En azından görünen bu şekildeydi.

O gün yani ertesi sabah uyandığımda kafam kazan gibiydi ve düne dair hatırladığım en son şey arabada olduğumdu. Alparslan'ın yanına gittiğimi hatırlıyordum, sanırım onu ofisinde bulmuştum ama bundan sonrası benim için pek net değildi. Bir şeyler konuşmuştuk, ağlamıştım. Bunu biliyordum. Bunu hatırlamasam bile aynada gördüğüm o kırmızı, şiş gözlerden anlayabilirdim. Alparslan kollarını bana dolamıştı ve... sanırım sonra da uyuyakalmıştım.

Gözlerimi yeniden araladığımda Alparslan'ın evinde değildim. Onun yatağında değil, kendi toz pembe örtülerle süslü yatağımdaydım. Komodinin üzerindeki saat gece dördü gösteriyordu ve Alparslan yanımda yoktu. Onu bir şişe içkiyle birlikte benim puzzle'ımın başında bulmuştum. Uyandığımı fark etse bile hiçbir şey söylememişti, doğrusu ben de tek kelime etmek istememiştim. Kendi kırgınlığımla baş başaydım ama Alparslan garip bir şekilde benden daha kırgın, daha kayıp görünüyordu. Onun içmesini ve sessizce parçaları birleştirmesini seyretmiş ve bir süre sonra yeniden uyuyakalmıştım.

O gün ilişkimiz için garip bir dönüm noktası gibiydi. Ertesi gün ne ben konusunu açmıştım ne de Alparslan tek kelime etmişti. Sanki söylenecek bir sözün kalmadığı o anlardan birinde gibiydik. İkimizde ileri gidebilir, daha çok acıtabilirdik. İçimdeki Güldenler bile bunu hevesle bekliyordu ve biliyordum, yapabilirdim de ancak bundan sonrasını nasıl toparlardık bu konuda hiçbir fikrim yoktu. Bu yüzden ne ilerlemiş ne de bir geri adım atmıştım. Olduğum yerde durmayı seçmiştim ve Alparslan da tıpkı benim gibi yapıyordu.

Yine onun evinde kalıyorduk. Aynı sofraya oturuyor, aynı yatağı paylaşıyorduk. Göz göze geliyor, el ele tutuşuyor, öpüşüyor ve sevişiyorduk ama tüm bunlar bana eskisi gibi hissettirmiyordu. Hala güzeldi. Beni aptala çevirecek kadar güzeldi ama kırgınlığımı silip atacak kadar kuvvetli de değildi. Bu yüzden en güzeli zamana bırakmaktı. Yaşamak ve görmek en iyisiydi.

"Kaçta inecekler demiştin?"

"Beşte," diye cevap verdim ve biraz önce açtığım şarkıdan sıkılarak yeniden listenin arasında gezinmeye başladım. Alparslan'la birlikte Buse ve Serkan'ı havaalanından almaya gidiyorduk. Onlar her ne kadar buna gerek olmadığını söylese de bu konuda ısrarcıydık. Birlikte bize gidecek, yemek pişirecek ve bir şeyler izleyecektik. Son birkaç günümüz öylesine sakin ve durağandı ki bu gecenin havamızı biraz olsun değiştirebilmesi tek temennimdi ve içten içe Alparslan'ın da bunu istediğini biliyordum. Biraz gülmeye, neşelenmeye ihtiyacımız vardı ve...

ATEŞİN KOYNUNDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin