"Neden yapıyorsun bunu?" Gelen boğuk sesle elimdeki jileti sıkmayı bırakıp kafamı kaldırdım. Islak ve kırmızı gözlerle bana bakan çocuğu beklemediğimden şaşırmıştım. "Sen neden ağladın?" Burnunu çekip elinin tersiyle gözlerini sildi. "Evden kaçtım." Haline gülümseyip elimde unuttuğum jileti ona uzattım. "Senin aksine benim canım yanabiliyor." Dedikleri şaşırmamı sağlamıştı. Bunu bilen kişi sayısı bir elin parmağını geçmezdi. Kaldı ki bilmeyeneler de ucube olduğumu düşünür uzak dururdu. "Doğruları söylemeye ne dersin ufaklık? Mesela evden kaçmadığın beni takip ettiğin gibi." Usulca kafasını salladı. "Kendine zarar vermenden nefret ediyorum." Hırsla söylenip bir yandan da burnunu çekmesi onu daha da sevimli kılmıştı. Arkadaşımın küçük kardeşini ne zamandır sevimli bulmaya başladığımı sorgulamadan onu kendime çektim. "Üşüteceksin. Eve gitmelisin." Kafasını iki yana sallayıp parmaklarım arasındaki keskin aleti alıp tiksinen bakışlarla yere attı. Cebinden çıkardığı sargı beziyle elimi sarıp üzerine de minik bir buse bıraktı. Tekrar dolmaya başlayan gözlerle yüzüme dikti bakışlarını. "Belki tenin acımıyor ama ruhun can cekişiyor farkındayım. Ruhunu da sarıp öpmeme ne zaman izin vereceksin ?" Masum düşüncesi ve ay ışığı altında parlayan teni onu öpme isteğimi körüklese de engel oldum. "Ah küçüğüm,ben sana izin verdim de bu dünya bize izin vermedi." Dedim mezarı başına en sevdiği orkideleri bırakırken.