29: "Hiç özlemediğim kadar özlüyorum bu aralar seni."

687 57 70
                                    


Yılbaşı. Doğum günlerinden sonra en sevmediğim, aşırı abartılan olay. Gereksiz bir şekilde insanlarda ekstra neşe, sabırsızlık ve heyecan yaratan şeyleri sevmiyordum. Bu tip şeylerin tek başına bir manaları yoktu. Tamamen bir insanın yüklediği anlamla alakaları vardı. Sıradan günlerden farklı değildi, aşırı büyütülüyordu yalnızca. Neyi kutluyorduk zaten? Ne İsa'nın doğuşu ne de yeni bir sene önemliydi. Farklı bir sayıdan başka değişiklik olmuyordu, mühim olan da buydu zaten; değişim.

Yoğun kar yağışı sebebiyle okul, üçüncü dersten sonra tatil olmuştu. Servisler öğrencileri götürmek için karın dinmesini beklemişti fakat uzun birkaç saatten sonra bunun mümkün olmayacağını fark ederek yakınlarda oturanlar kendi başlarının çaresine bakmaya karar vermiş, böylece okulda fazla kimse kalmamıştı. Koç, bu fırsatı kaçırmayıp üç spor kulübüne de antrenman koymuştu tabii. Yılın son gününde idman mı olur diye söylenenleri özellikle yormuştu. Haksız sayılmazdı, diyordum ya değişen bir şey yoktu. 

Benim için asıl kötü olan Mete'yle bir türlü yalnız kalamamıştık. Sınav hastası hasebiyle herkes derslere odaklanmış, özellikle son sınıflar üniversite sınavı için ekstra ders çalışmaya başlamıştı. Dışarıdan serseri gibi görünen bizimkiler bile sosyal hayata ara vererek test kitaplarına gömülmüşlerdi. Diğer öğrenciler sınav haftasından sonra rahatlamış olsa da biz hala ders çalışıyorduk.

"Bu evveliyatını siktiğimin denemesini yanlış okumuşlar bakın. Eminim. Bu soruyu yanlış yapmış olamam amına koyayım." Çağrı sinirle elindeki kitapçığı masaya fırlattı. Şu sıralar her zamankinden daha çok küfür ediyor oluşu gözümden kaçmamıştı. Her ne kadar önceden de çabuk sinirlenen bir yapısı olsa da öfkesinin dinmesi uzun sürmezdi. Fakat neredeyse üç haftadır sakinleşemiyordu. Alp yüzündeki küçümseme ifadesiyle Çağrı'ya bakarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp arkama yaslandım.

"Aşkın insanı mal ettiğini söylerlerdi de zaten aptal olan bir insanı nasıl daha da aptallaştırabildi, hayretler içerisindeyim." Çağrı ağzını açıp küfredecekken Alp'in yanında oturan Ege de aynı şekilde kitapçığı fırlattı. "Ben de yanlış yapmışım anasını satayım." Bu sefer Ege'ye cevap veren Alaz olmuştu. "Karıya kıza yürümektendir."

Alp sırıtarak başıyla onaylarken Ege önündeki şekerlikten bir tane şeker alıp Alaz'a fırlattı. Alaz herhangi bir tepki verme gereği duymadan önüne düşen pakete boş bir bakış atıp parmağının ucuyla ittirdi. Son bir haftadır Alaz'da, her ne kadar belli ettirmemeye çalışsa da keyifsizlik vardı. Fazla gülmüyordu veya dilinden düşmeyen esprileri yoktu. Ya uyuyor ya da- uyuyordu.

Antrenmandan çıkıp okulun yakınlarda her zaman geldiğimiz kafeye ders çalışmak için toplanmıştık. Kocaman masanın çevresine dizilmiş, her birimiz farklı şekillerde odaklanmıştık. Başak ile Alaz aynı kulaklığı paylaşarak bizden farklı olarak dil alanındaki konularına gömülmüşlerdi. Ege Alp'e, Alp'in çözemediği soruları anlatırken Çağrı ve Pınar konu çalışırken ben test çözmeye odaklanmıştım. Denemenin cevap anahtarının açılandığını öğrenince kısa bir an masa savaş ortamına dönse de çok geçmeden yeniden eski hallerine dönmüşlerdi. Bense yorgunlukla kafamı geriye yaslamış, lapa lapa yağan karın, oturduğumuz kafenin bahçesini bembeyaz yapışını izliyordum.

Oldukça geniş bir yeri kaplıyordu kafenin bahçesi. Havalar ısındıkça çoğu masaları dışarı atıyorlarken şimdi kocaman yerin bir kısmını kış bahçesi yapmışlar, çevresini tamamen camlarla ve sade ışıklandırmalarla, ufak ısıtıcılarla donatmışlardı. Dışarıdan bakılınca kameriye gibi duran yerde, yalnızca birkaç kişi vardı. Biz ise kafenin iç tarafında, öğrencilerin ders çalışması için yapılan büyük masalardaydık. Saat çoktan akşam dokuzu bulmuşken yılbaşına burada gireceğimiz kesinleşmişti.

HalledilirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin