Sabahın erken bir saatinde metroya yürürken aklımdan binbir türlü şey geçiyordu. Jungkook'a neden beni öpmediğini, yani dudağımdan öpmediğini sormamıştım. Bunu sorarsam ne duyacağımı bilemediğim için kendimi kötü hissetmek istememiştim. Gece bir kere daha birlikte olmuştuk ama aklım dağınık olduğundan mıdır bilmem hiç ilki gibi hissettirmemişti. Sanki o da bunu fark etmiş gibi boşaldıktan sonra bir şey dememiş ve uyumuştu.
Gözümde o kadar büyüttüğüm insanla bir gece geçirmiştim, ardından böyle hissetmemem gerekiyordu. Bu benim defalarca düşündüğüm hatta üzerine kurgular yazdığım bir olaydı. Öyleyse neden bir hata yapmış gibi hissediyordum?
Gelen ilk metroya binip boş bir yere oturdum. İş günü olmadığı için olsa gerek kalabalık değildi. Tek tük insanlar vardı ve açıkçası ben metro boşken daha korumasız hissederdim kendimi. Üzerimdekileri düzeltmeye çalışarak çantamı kucağıma koydum.
Bir iki durak sonra çaprazdaki adamın bana baktığını hissettim. Benim kuruntum muydu yoksa gerçekten beni mi izliyordu? Öğrenmenin bir yolu vardı aslında. Sonraki durakta kapı açılmadan önce yerimden kalktım. Pantolonumu düzeltip tekrar otururken adamın da benimle aynı anda kalkıp demirlere tutunduğunu fark etmiştim. Bu hiç hayra alamet değildi. Kafamdan ne yapabileceğimle ilgili şeyler geçerken sakin kalmaya ve maskemin arkasına gizlenmeye çalışıyordum.
Ailemi arayamazdım. Türkiye'den buraya gelemeyeceklerine göre onları telaşlandırmaktan başka bir işe yaramazdı. Ash'i arasam... o da boşuna heyecan yapabilirdi. Polisi arasam elimde bir kanıt yoktu.
Sakince bir nefes aldım. Aklıma gelen tek bir şey kalmıştı ve işe yaramasını umuyordum. Eğer işe yaramazsa da güvenliğe koşabilirdim.
Tren benim durağımda durduğunda yerimden hareket etmedim. Tam kapının yanında oturuyordum zaten. Gözlerimi telefonuma dikmeye devam ettim. Kapının kapanma sesini duyduğumdaysa hızla kalkıp kendimi trenden dışarı attım. Kapılar arkamdan kapanırken yürümeye başlamıştım bile. Yan gözle baktığımda adamın kapının önünde durup bana baktığını fark ettim. Gerçekten beni takip ediyordu. Ancak bir sonraki durakta inip geri dönmediği sürece şu an çıkması mümkün değildi.
Seri adımlarla merdivenlere gidip üst kata çıktım. Buradan çabucak uzaklaşmak istiyordum sadece. Açık havaya çıkabildiğimde derin bir nefes aldım. Kalbim güm güm atıyordu. Ya metronun içinde üzerime gelseydi? O zaman ne yapabilirdim? Aslında babam askerdi ancak bana hiç kendimi savunabileceğim bir şey öğrenmemişti. Oysa ondan defalarca istemiştim.
Çantamdan suyumu çıkarıp içmeye çalıştığım sırada ellerimin titrediğini fark ettim. Şu an sadece kendimi odama atıp duş almak istiyordum... ve mümkünse bu günü unutmak. Her yönüyle.
***
Duştan çıktığımda telefonumdaki bir cevapsız çağrıya gözüm takıldı. Jungkook aramıştı, yaklaşık otuz dakika önce. Ancak ikinci bir arama yoktu. Yani ikinci kez numaramı çevirecek kadar bile önemsememişti belli ki. Telefonumu tekrar masaya bırakıp havluyla saçlarımı kuruttum. Ona geri dönmeme gerek yoktu. Bir gece yatmıştık ve bitmişti işte. Artık arkadaş olmak da istemiyordum.
"Neredeydin bakayım sen?" Ash yurt odasına girip beni gördüğünde kolumu dürtmüştü. Islak saçlarımı tararken başımı çevirip ona gülümsemeye çalıştım. "Arkadaşımlaydım."
"Senin benden başka arkadaşların mı var burada?" dudak büktü. Sonra elini yüzüme götürdü ve bakışları değişti. "Neyin var pilicim?(chick)"
Bana uzun süre sonra pilicim demesine gülmeden edemedim. Ash beni ilk gördüğünde 'Vay be pilice bak!' demişti ve bir süre o şekilde hitap etmeye devam etmişti. Genelde adımı söylese de ikimiz yalnızken bu şekilde konuşabiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BIAS MI BİR GECE Mİ?
FanfictionBu hikaye profilimdeki Erkek Oyunu Maknae Line hikayesinin devamı niteliğindedir ancak ayrı da okunabilir. Yine de ayrıntılar için oradan buraya geçmenizi öneririm. Deniz Bts hayranlığı ve izlediği dramalar sayesinde Kore'de yaşamayı tecrübe etmek i...