Ruhunun derinleri karanlıklarda, sıkışmış durumdalar fikrimce.
Mutlulukların izleri uzaklarda, bekliyor olmalılar muhtemelen.
Acının kokusu her yerde, içine çektiğin her nefes ondan batmakta ciğerlerine böylesine.
Serzenişin çığlıkları küçük kızda saklı, durmadan ağlamakta, susturmak gerek kararımca.Yorgun göz altları neredeyse menekşe rengini almışken, bıkkın adımları bunu açıklar nitelikteydi. Elleri asker yeşili montunun cebince, kapüşonu kafasında, bu karanlık sokaklarda yürümeye devam ederken bakışları öyle solgun, öyle ölü gibiydi ki sokaktan geçen insanlar ondan uzak durmak ister gibiydi. Beyaz teni onu iyice yorgun gösterirken hisleri, düşünceleri bedeniyle bütünleşmiş gibiydi. Oldukça güzel bir yüzü vardı lakin umurunda değildi. Güzellik ona ne katmıştı ki? Hiçbir şey. Aslında onu oldukça zor duruma soktuğu durumlar olmuştu aksine. Onun dünyası bambaşkaydı, onun dünyası kimseninkine benzemezdi.
Girdiği barda görünmez olmak isterken tersine oldukça dikkat çekiyordu. Siyah eşofmanı, boğazlı kazağı, botları ve asker yeşili montuyla herkesteki gösterişten oldukça uzaktı. Ütülü gömlekler ve gösterişli elbiselerin arasından geçip bar tezgahının önündeki taburelerden birisine oturdu. Öylece oturmaya devam ederken barmen karşısında durup gözlerini siyah gözleriyle buluşturdu.
"Yine buradasın." Ölü bakışlarını yolladığı barmene ters ters bakmaya devam ederken adam gülümsedi yarım yamalak. Arkasını dönüp bardağa biraz viski doldurdu ve önünde koydu.
"Al, ihtiyacın varmış gibi." Bir viski bardağına bir ona baktı ve kafasıyla işaret etti.
"Ne o? İçine zehir mi kattın?" Adam güldü ve kafa salladı.
"Evet." Ufak bir tebessüm kondurdu yüzüne Vaveyla, bardağı nazikçe eline aldı ve kaldırıp indirdi.
"Güzel." Deyip kafasına dikti, acısıyla yüzünü ekşitip yutkundu.
"Zehrinin tadı bok gibiymiş." Dedi açıkça, adam tekrar güldü.
"Bir dahakine daha tatlısından vereceğim o zaman." Çatık kaşları ve ölü bakışlarıyla mavi gözlerin sahibine bakıp bir yanıt vermeden bardağı ona doğru uzattı parmağının ucuyla. İçki yavaş yavaş kanına işlenirken derin bir nefes verdi.
"Günlerdir uyumamış gibi görünüyorsun." Dedi dobra olduğunu daha net belli ederken.
"Uyuduğumu nereden çıkardın?" Kaşlarını kaldırdı ardından hızla indirdi. Sanırım bu cevabı beklemiyordu, yüzündeki tebessümü bozmadan yanıtladı.
"O zaman bu uyumana yardımcı olacaktır, kustuktan hemen sonra." Kusma bölümünü zaten biliyordu Vaveyla, alışkındı nitekim görmeye.
"Sıkıntı değil." Dedi bardağı tekrar kafasıyla işaret ederken. Adam bir şey demeden doldurup diğer müşteriye doğru ilerledi. Bardağı eline alıp arkasını dönerek sırtını tezgaha doğru yasladı. Kolunu arkaya doğru dayayıp insanları izlemeye başladı. Durmadan akan burnunu çekip işaret parmağıyla siler gibi yaptı. Oysa ortada bir şey yoktu. Deli gibi dans eden, içen, çığlık atarak eğlenen insanlar ona çok acizce göründü. Aciz olan sensin. Diye fısıldadı içindeki ses, kim bilir, belki de öyleydi.
Yudumladığı içki boğazını yakarken dudaklarını birbirine bastırıp yutkundu tekrar. Kimseyi umursamadan dans eden insanlar ve kulağı sağır edercesine çalan müzikten bunalmasına ramak kalmıştı. O halde neden geldi? Diye sorarsanız, bazen kafadaki sesleri susturabilmek gerekirdi.
Barmen tekrar gelip tezgahtaki boş bardağı aldı ve arkadaki tezgahın üzerine koydu.
"Git artık." Dediğinde arkasına dönüp gözlerine baktı Vaveyla.
"Niye?" Dedi yavaş yavaş kayan sesiyle. Fakat bu ölü bakışları, bu bıkkın sesi sarhoşluk dahi bozamazdı.
"Birazdan gelecek olan insanlar seni görmese iyi olacak." Kim olabileceklerini düşündü, düşünme yetisinin pek de yerinde olduğu söylenemezdi. Kısa saçlarını arkaya doğru atıp yüzünden uzaklaşmalarını sağladı.
"Gelsinler." Dedi umursamazca. Adam ciddileşmişe benziyordu, sesten dolayı iyice yaklaşıp yanıtladı bu korkusuz cevabı.
"Çırağan'lar birazdan burada olur, Adin Çırağan'ın radarına yakalanmasan iyi olacak. Çabucak git." Dedi tüm ciddiliğiyle, Vaveyla pek umursamışa benzemiyordu oysa.
"Batuhan, zaten gidecektim ben." Dediğinde çocuk kaşlarını çattı.
"Batuhan da kim?" Vaveyla bir süre düşünüp yanıtladı.
"Sensin." Ne kadar da aptal. Diye geçirdi içinden, ismini bile bilmiyor.
"Benim adım Batuhan değil ki?" Şöyle bir süzüp ufak bir tebessüm etti sallanan eliyle onu işaret ederken.
"Ama bir ismin olsaydı eğer, eminim ki Batuhan olurdu." Adam bir süre durup derin bir nefes verdi elini ileri geri sallarken.
"Hadi, git artık. Seni nasıl içeriye aldılar yine?" Bir şey demeden tezgahtan destek alarak kalktı ve kapüşonunu kafasına geçirip, elleri cebinde çıkışa doğru ilerlemeye devam etti. Tam çıkışın oraya geldiğinde içeriye takım elbiseli adamlar girmeye başladı. Başı önde yürümeye devam etti umursamazca. Çıkış kapısından çıkarken aynı anda giren keskin bakışlı, hafif esmer, kömür kadar siyah gözlere sahip o adamla göz göze geldi. Geçen bir saniye belki de bir asıra mahal oldu. Umursamazca yürümeye devam ederken arkasında bıraktığı adamın hala ona bakmakta olduğundan bihaberdi. Sallanan adımları, ara ara çektiği, parmağıyla üzerinden geçtiği burnu, ölü bakışları, mor göz altları ve yorgun yüzüyle karanlık sokaklarda ilerliyordu. Gece kondu misali evlerin birinin perdesinin açık olduğunu gördü, adımları durdu, göz gezdirdi. Yürüyemedi.
Sobanın başına oturan çocuk elindeki kalemiyle ödev yaparken annesi gülümseyerek meyve kesiyordu. Televizyon izleyen eşiyle ara sıra şakalaşıyor, ara sıra oğlunu kontrol ediyordu. Meyvelerden bir oğluna bir eşine verirken kendisinin yemiyor olduğundan bihaberdi fikrimce. Fakat onlar yedikçe doyuyor gibiydi, kim bilir.
Boğazına düğümlenen yumrular nefesine engel olurken ölü gözleri bir duygu belirtisi göstermek istedi lakin yapamadı. Kadın birisinin ona baktığını fark edince kaşlarını çatıp hızla kapattı perdeyi. Kadına kızmadı, tersine onu anladı. Büyük ihtimalle evsiz bir bağımlı gibi görünüyordu. Bir iç çekip ilerlemeye devam etti. Bir sürenin sonunda eve geldiğinde cebindeki anahtarı çıkarıp kilidi çevirdi ve eve girdi. Her yer karanlıktı, salondan geçip odanın ışığını açtığında annesinin yerde yatıyor olduğunu gördü. 40 yaşına basmış olan annesini şöyle bir süzdü ve sallanan adımlarıyla koltuğun üzerineki battaniyeyi üzerine örttü. Sehpanın üzerindeki içki şişelerimi toplayıp çöpe attı, ortalığı şöyle bir topladıktan sonra bulanan midesini umursamadan çocukların odasına girdi. Yan yana yatan Efsun, Eren ve Yasemin'i kontrol edip üzerlerini örttükten sonra kendisini de yatağına bıraktı. Kalp atışları duyulamayacak hale gelmişken soluk tavanla bakışıyordu. Gözleri ağır ağır kapanırken her şeyin ne kadar boş olduğunu tekrarladı içinden. Hayatı, hayalleri, umudu, günleri.. artık hepsi bomboştu....
Alarm inatla çalarken hızla kalkıp alarmını kapattı. Yüzünü yıkadıktan sonra saçlarını toplayıp ağrıyan başını umursamadan mutfağa gitti. Neredeyse boş olan dolaptan yumurta ve sütü çıkarıp kilerdeki ekmeği dilimlemeye başladı. Yumurtalı ekmekleri yaptıktan sonra kaynattığı sütü bardaklara doldurdu. Böylece yumurta ve süt de bitmiş oldu. Ancak bugün maaş günü olduğundan stres içerisinde değildi. Masaya çocukların tabağını ve sütlerini koyup tekrar odaya girdi.
"Kurşun askerlerim! Uyanın hadi!" Umut'un ihtiyaçlarını giderip onu kucakladıktan sonra kafasını çevirdi fakat ikizler inat doluydu. Yataklarının başına geçip battaniyeleri çektikten sonra ikisinin de yanağına birer öpücük bıraktı.
"Uyumadığınızı biliyorum, hemen kalkın!" Otoriter sesine kıkırdayarak gözlerini açtıklarında doğruldu Vaveyla.
"Okula geç kalacaksınız, çabuk, çabuk, çabuk!" Dedi el çırparken.
"Tamam abla, kalktık işte." Diyerek söylendiler ve kalktılar. Yemeklerini yedirip hazırladıktan sonra kendisi de siyah kotu ve siyah kazağını giyip montuyla botunu geçirdikten sonra çıktılar.
"Çantalar?"
"Burada."
"Burada."
Kafasını salladı "güzel." Kapıyı kapatıp hızla çıktılar. Kardeşlerini okula bıraktıktan sonra kucağındaki Umut'u Raziye Teyze'ye götürüp bıraktı. Raziye 65 yaşlarında kimsesi olmayan bir kadındı, Vaveyla ona yardımcı olur o da Umut'a bakardı. Oradan koşarak çıkıp kafeye geldi. Hızla önlüğünü giyip işin başına geçti.
"Hoş geldiniz." İçeriye giren kişi kaşlarını çatmasına sebep olurken ölü bakışlarına inat duran dik duruşunu bozmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEYUS; Kırık Kanatlar
Dla nastolatkówYük. Ağır yükler bağlar hayat omuzlarına. Acı. Sen habersizce yaşadığını sanarken her seferinde vurur yüzüne gerçeğini. Serzeniş. Kimsenin duymadığı, içindeki küçük kızın ise bağırmaktan vazgeçmediği yakarış. Ve sen. Ölümüne yorgunken, bir o kadar...