Şu hayatımda beni, onun beni istediğim anlamda sevmeyişinden daha fazla üzen bir şey vardıysa -ki istediği şekilde sevebilirdi, ondan gelen küçücük sevgi kırıntısı bile bana fazlasıyla yeterdi. hangi anlamda oluşu pek önemli değildi- o da hiç şüphesiz gidişiydi.
Öyleydi ki bizim ilişkimiz, beni dokuz ay karnında taşıyıp doğururken çekebileceği en fazla acıyı çekmiş ve beni büyüten annem bile gidebilirdi, ama o gidemezdi.
Ben öyle sanıyordum.
O gün ki benim gerçekten yıkıldığım gündü. O gün ki sanki bedenimin her bir noktasından bıçaklar sokuluyormuş da ileri geri çıkarttıkça taze olan kesiklerin üzerinden geçiliyormuş gibi hissettiren bir gündü. İçimde duygu adına ne varsa silinmiş boş bir robot olmuştum sanki.
Hep diyordum da o benim ruhumdu diye, öyleydi ve şimdi gitmişti. Gidişi hiç şüphesiz beni öksüz ve yetim bırakmıştı.
Gidişi beni kimsesiz bırakmıştı.
Çünkü o benim annemdi, babamdı, abimdi, aşkımdı, arkadaşımdı, her şeyimdi.
O benim her şeyimdi.
Ve o bunu yapmazdı. Beni öksüzlükten çıkartıp tekrar öksüzlüğe itmezdi. Beni dünyanın en mutlu insanı edip sonra bunu yine tersine çevirmezdi. Çevirmezdi değil mi?
Çevirmişti. Namjoon böyle biri değildi ki. Niye böyle yapıyordu?
O gün okul çıkışında bana yetişmiş ve pek fazla kimsenin gelmediği bir parka getirmişti. Yürürken, otururken, boş boş dururken bile bir kere bile kapanmayan çenelerimiz yol boyunca birkaç defalık hareketin dışına çıkamamıştı. Ben birkaç şey diyor ve soruyordum ve onun tek cevabı "ne yapacağız" sorusuna "konuşacağız" olmuştu.
Rengine bayıldığım esmer teni soluklaşmıştı sanki. Yüzü çökmüş, renkli dudakları bile sarılaşmıştı adeta. Kısa kol giyilecek havada uzun kollu giyişi kaçmamıştı gözümden lakin hiçbir şey soramıyorum ona. Duruşunun farklılığı bile açtıramıyordu çenemi.
Yürürken hep bana değen gözleri bu sefer arada uzun zamanlar bırakarak değiyor hemen geri dönüyordu.
Zaten onda olan gözlerim bana döndüğünü de çok net bir şekilde görüyordu. Net olarak gördüğüm bir şey daha vardı, kahverengi hareler acı çekiyordu.
O güzel harelerindeki acı oluk oluk bedenime akıyor yakıyordu beni.
İşte o an tam olarak anlamıştım üzüleceğim bir şey konuşacağımızı.
Birkaç dakika süren adımlarımızın vardığı yolun bana saatleri andırmasının sonunda parka varmış bir banka oturmuştuk.
"Şehir dışına çıkıyorum." o gezmeyi çok severdi ve bu yüzden bunu normal bir şekilde söyleseydi kesinlikle mutluluktan ölüyor olurdum. Onun mutluluğu bende mislini yaşatıyordu.
Lakin öyle bir ses tonu ile söylemişti ki savaşa gidiyorum dese daha rahat bile olabilirdi içim.
Yine de anlamamazlıktan gelmiştim ben. Çünkü Jeon Jungkook, Namjoonun Kook'u hep böyle yapardı. Etrafında bir dünya olay olurdu ve o büyük simsiyah gözleri ile anlamayarak izlerdi.
Aptal!
"N-ne güzel." Her zamanki gibi beni benden çok tanıyan sevdiğim benim aksime her şeyi anında anlardı, anlamamazlıktan geldiğimi anladığı gibi. Bu yüzden hızlıca konuştu:
"Kısa süreli değil." beynim üç kelimelik cümleyi oturtmaya çalışırken bedenimi hızla onun olduğu yöne çevirdim.
"Nasıl yani? Temelli mi gidiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ışıkların kapalı, duyguların zincirli olduğu günler - namkook
Ficción GeneralÇünkü verilecek sevgiyi ondan daha fazla hak edecek birisi olamazdı. Ve ben de bu yüzden içimde biriktirdiğim, sevgiye dair ne varsa hepsini ona vermiştim, bir kere bile düşünmeden.