Yıllardır aynı beyaz duvarlar vardı karşımda. Tek bir noktada takılı kalmış gözlerim kurtulmak için çırpınıyordu. Tam 3 yılımı almıştı benden o. Yıllardır nefes almamı engellemişti. Doğum günlerime bu rehabilitasyon merkezinde yalnız girmiştim. Donukluğumun sebebiydi o. İlk başlarda yanan yüreğim şimdi buz tutmuş her zerremi üşütüyordu.
Bunca zaman içinde sadece bir iki tane yüz kapıdan içeri giriyor yemek yemem için emir verip içmem gereken hapları ağzıma doldurup gidiyordu. Onun dışında siyah gözlerle baktığım bu duvarlar dışında hiç kimsem yoktu.
3 yıl önce dünyanın en iyi annesini kaybetmiştim. Bana sevgiyle bakan tek kadın. Huzurun adı. İsmimi de o koymuştu. Güzel, gösterişli, melek ve mavi gözlü anlamına gelen Gökçe'yi bana layık görmüştü. Tıpkı mavi gözlü olmamam gibi diğer sıfatlarda hiç bana uygun değildi. Çünkü melekler babalarından nefret etmezlerdi.
Evet ondan nefret ediyordum. Hayatımı mahvedip birde aşşağılık kompileksi yüzünden annemin canını almıştı. Gözlerimin önünde onu döve döve öldürmüştü. Bense bundan hep kendimi sorumlu tutmuştum.
Babam her zaman abim Doruk'u benden üstün görür, beni hep başından atardı. Yıllardır ona lanet etmiştim ve pişman değildim. Abim İzmir'in hatta dünyanın en kusursuz insanıydı. 19 yaşındaydı. Saçları hafif uzundu ve dağınıktı. Sert yüz hatlarına sahipti. Onun da tıpkı benim gibi siyah gözleri vardı. Ama benimkilerden çok farklıydı. Sanki cehennemin tüm koyu renklerinin birleşmesiyle oluşmuştu. Genelde lacivert üstlük giyerdi ve kendimi o ince kumaş parçasının altından belli olan kaslarını seyrederken bulurdum. Kahretsin çok muhteşemdi. Dorukla aramızda bir yaş vardı. Hiç konuşmazdık. Biraz asosyaldi. Elinden telefonunu ve kulaklığını asla bırakmazdı. Evde sadece babamla muhattap olurdu.
Her zaman ondan korkmuştum. Bana hep patlamaya hazır bir bomba gibi gelirdi. Ne zaman gözlerine baksam ''Benden uzak dur lanet olası.'' der gibiydi. Ama bir gün ona ulaşacaktım.
Bugün bu iğrenç beyazlıktan kurtulacaktım. ''RUH VE SİNİR HASTALIKLARI'' yazısına bir daha ulaşmamak için önüne kocaman bir duvar örecektim. Kafamın içinde bir sürü soru vardı. Acaba abim mi beni almaya gelecekti? Bana nasıl davranacaktı? Babam gebermiş miydi? Annemin mezarına ne kadar gitmişlerdi? Arkadaşlarım nasıldı?
Daha da önemlisi kolumu bile kıpırdatamıyorken buradan nasıl çıkacaktım. Betonun üstünde oturuyordum. Görevliler her geldiklerinde beni yatağıma çıkartırlardı ve bunu senelerdir yapıyorlardı. Bense inatla yere oturuyordum. Soğukluk kendime getiriyordu ve belkide içimdeki yangını söndürüyordu.
Ben hasta falan değildim sadece annemin öldüğünü görünce sinir krizi geçirip babama saldırmıştım. O da fırsatını yakalayıp beni buraya tıktırmıştı. Doruk'sa sadece olanları izlemişti. Zaten tam üç sene önce o 16 ben 15 yaşındaydım ve gerçekten ağır şeyler yaşıyordum. 15 saniyelik en uzun bakışmamızı yapmıştık ve tabiki ilk gözlerini kaçıran o olmuştu.
Şimdi aradan bu kadar zaman geçmişti. Bir kere gelip beni ziyaret etmemişti. Doğrusu onu çok merak ediyordum. Abimi merak ediyordum. Umrunda bile olmadığımı biliyordum. Ama gözlerime bir kez gülemez miydi? Gülmeyi bırak konuşmuyorduk bile.
Düşüncelerimi bir kapı gıcırtısı böldü. Kafamı kaldırma gereği bile duymadım. Büyük bir ihtimalle yine mavi önlüklü kadınlardan biri gelmişti ve şimdi ilaçlarımı verip o iğrenç sahte gülümsemesiyle suratını garip bir biçime sokacaktı. Ama bu tanıdık bir ses değildi. ''Buraya geldiğinde giydiğin kıyafetleri giy. Eğer zorlanırsan görevlilerden birini çağır. Taburcu oluyorsun. Doruk Bey binanın önünde seni bekliyor. Acele et tatlım.'' Bir adam sesiydi. Fark etmeden kafamı kaldırmış ve ona bakarken bulmuştum kendimi. Ama düşünecek çok şeyim vardı. Acaba nasıl görünüyordum? Buraya geldiğimden beri hiç aynaya bakmamıştım. Bir keresinde odamdaki aynayı parçalayıp cam parçalarını bileklerime bastırmıştım ve akan kanı izlemiştim. Bu yüzden tüm odalardan aynaları kaldırmışlardı. Saçlarım bir hayli uzamıştı belimi biraz geçmişti. Buraya girmeden onlara çok özen gösterirdim. Ama artık duş alabildiğim için şükrediyordum. Tıpkı onlarda benim gibi ölmüştü. Duz ve simsiyahlardı. İçimi yansıttıkları için en çok saçlarımı seviyordum.
Vücudumda abimi görme umuduyla ayaklanan güç kırıntıları beni hareketlendirdi. Bilinçsizdiler ama ayağa kalkabilmiştim. Odanın içinde gözükmeyen küçük dolaba yaklaştım ve kapağını açtım. Sırtımda felaket bir ağrı vardı. Nedenini bilmesemde bedenimin üst bölümü morluklarla kaplıydı ve doktorlar kalıcı olduğunu söylemişti. Nasıl olduğunu da asla söylememişlerdi. Çıkana kadar söylemeyeceklerinin de altını çizmişlerdi.
Elimi dolabın içine attım ve buraya geldiğimde giydiğim bordo tişörtü ve koyu renk kotumu aldım. Üstünede içimdeki üstlüğün daha koyusu olan hırkamı geçirdim. Kotumla uyumlu ayakkabılarımı da giydikten sonra görevliyi çağırdım. İçeriye koşarak geldi. Onca şeyden sonra telaşlanması doğaldı çünkü bir şey istemek dışında hiç gelmelerini rica etmemiştim. Sesimin bana yabancı gelmesi dışında kadında afallamıştı.
Ondan bana bir ayna getirmesini istedim. Korkarak baktı. '' Bunu yapamam.'' dedi. '' Buradan tam kurtulacakken kendimi ateşe mi atacağımı sanıyorsun. Merak etme içimdeki psikopatı öldürdüm.'' dedim. Gerçekten şaşırmıştı. Odadan hızla çıktı ve iki dakika sonra elinde bir aynayla geldi. Gözlerinde ''Aklından bile geçirme küçük kız.'' bakışı vardı ama aldırmadım ve aynayı elime aldım. Bu sırada kadın kapıdan tam çıkacakken duraksadı bir şey söyleyecekken durdu vazgeçti ve usulca kapıyı kapattı.
Aynaya bakacak gücüm vardı ama göreceklerime katlanabilir miydim bilmiyordum. Sıktığım gözlerimi açtım ve aynadaki gözlerime baktım. Ciddi anlamda çökmüştüm. Zayıfladığımın farkındaydım fakat bu kadarını beklemiyordum. Gözlerim can çekişiyordu ve altları morarmıştı. Dudaklarımın rengi solmuştu. Tamamen ruhu andıran suratım bembeyazdı. Ten rengim zaten olduğundan açıktı ve bunu gizlemek için demir rengi saçlarımı asla toplamazdım. Baktığım surat biraz değişikti. Ama yinede bir yerlerde kendimi, Gökçe'yi bulacağımı biliyordum. İlaçlar yüzünden göz renginde değişiklik olabileceğini tam belli olmasada fark edilebileceğini doktor uzun uzun anlatmıştı. Ama onu dinlemeyecek kadar yorgun olduğumdan yarısında uyuya kalmıştım. İlaçların çok etkili olduğunu siyah gözlerimin renginin açılmasından ve koyu griye adım atmasından anlamıştım. Enteresan bir şekilde bu halimi sevmiştim ama bunun yanında kendi benliğim 3 yıl içinde kaybolmuştu.
Yaşadığım şaşkınlığı daha fazla uzatmayarak saçlarımı ellerimle taradım .Temizlerdi ve burada beğendiğim sayılı şeylerden biri olan şampuan yüzünden yumuşaklardı. Boynumda babamın izlerinden birini taşıyordum. Yine kavga ettiğimiz bir sırada ona bağırmıştım ve elindeki vazoyu yerde parçalayıp en büyük parçasını boynuma geçirmişti. Çığlıklarıma annem ve Doruk yetişmişti. Ama Doruk kapıdan içeri girer girmez babam bana dönüp ''Hay aksi vazo elinde koşuyordu üstüne düştü.'' demişti. Hayatı boyunca bana dayak atmış tecavüze yeltenmişti ama Doruk gelince bu kadar değişip bir bahane bulması tamamen ona oynadığını gösteriyordu. Doruk bunu farketmesede benim koruyucum olmuştu. Hastanede attıkları dikişin izi boynumda ağlıyordu. Kimse görmesin diye hep saçlarımı yana yatırır ve onu saklardım. Yine öyle yaptım.
Kapıyı açmaları için iki kere tıklattım. Yine o adam gülümseyerek yanıma geldi ama ona karşılık vermedim. Konuşmayarak alt kata indik. Boğazım ağrıyordu ve midem bulanıyordu. Kalbimin atışları hızlanmıştı ve beynim içeride pinpon topu sektiriyordu. Birkaç işlem yaptıktan sonra adam elini belime koydu ve beni itekledi. Dönen kapıdan dışarı çıktık. Ciğerlerime dolan rüzgarın özgürlüğü içimde kanatlanmıştı.
Biraz ileride ancak hayalimde görebileceğim güzellikte koyu lacivert AUDI A8 duruyordu ve arkası bize dönük şekilde biri arabaya yaslanmıştı. Kulaklıklarını görünce kalbimin ağzımdan çıkıp koşturacağını sandım.
İşte oradaydı. Hayatta tutunacağım tek dalımdı o. Yanımdaki adam adımlarını hızlandırdı. Ona uymakta zorlanıyordum. Çünkü içimde bir şeyler Doruk'tan çok korkuyordu.
Adamın sert sesi tüm düşüncelerimden ayrılmamı sağladı.''Doruk Bey!'' Sanırım ölüyordum. Kafasını bize doğru çevirdi ve birden öyle kaldı. Bu halimi görünce şaşıracağını biliyordum ama ilk defa böyle bir tepki verdiğini görmüştüm. Gözleri büyüdü ve sanki bir ejderhaymışım gibi bana baktı.
''İşte kızımız burada. Size gerekli bilgileri on gün önceki telefon görüşmemizde vermiştim. Bir abi olarak ona sahip çıkın konuşacak çok şeyiniz olmalı. Ben izninizi isteyeyim. Malum işler durmuyor. Hoşçakalın.'' Adam yanımızdan uzaklaştı. O an fark ettim ki Doruk hala aynı ifadeyle beni seyrediyordu. Gerçekten çok değişmişti. Önceden kahverengi olan saçları şimdi iyice koyulaşmıştı ve siyahın gölgesini taşımaya başlamıştı. Gözleri hala aynı muhteşemlikteydi. Kasları iyice belirginleşmişti ve dudaklarının rengi benimkinin tersine pembeleşmişti. Kaşındaki iki dikiş izini sonradan fark etmiştim ve dehşet biçimde havalı gözüküyordu. Birden hareketlendi ve hiçbir şey söylemeden arabaya bindi. Arkasından gelmem için işaret yaptı ve ben de onu takip ettim. Arabanın kokusu yıllardır hissetmediğim şekilde mutlu olmamı sağlamıştı. Çünkü küçüklüğümden beri parfümlere zaafım vardı. Sürücü koltuğuna oturdu ve emniyet kemerini taktı bende arka koltuğa oturdum. Doruk 19 yaşında olduğundan dolayı ehliyetini almış olmalıydı. Öyle ki arabayı yumuşak bir şekilde hareketlendirdi. Hiç zorluk çekmemiş gibiydi. Ben olsam şimdiye panikten ölmüştüm.
''Çok değişmişsin.'' Doğru mu duyuyordum? Bana mı demişti? Hayatı boyunca benden uzak duran abim mütiş bir arabanın içinde benimle olan ilk konuşmasını mı gerçekleştirecekti. Çok şaşırmıştım. Belli etmemeye çalışsam da kendimi toparlamam bir dakikayı bulmuştu. Daha ilk şoku atlatamadan konuşmasına devam etti. İtiraf etmeliyim ki sesi baya sertti ama insanı kendine getiriyordu. ''Senin yokluğunda çok şey değişti. Anlatacağım çok şey var. Büyük ihtimalle bu araba ve birazdan gideceğimiz ev seni biraz ürkütecek. Ama yanındayım. Korkma. Her şey geçecek. '' Yanındayım mı? Doruk Göktan mı? Abimin bana böyle bir şey söyleyeceğini üç yıl önce söyleseler heralde gülmekten yerlere yatardım. ''Konuşmayacak mısın?'' Tamam. Haklıydı konuşmalıydım. Ama ne diyecektim ki. Sanırım bu duruma alışmalıydım. ''Babam nerede?'' diye iğrenç bir soru sordum. Yüzü öfkeyle gerildi ve dişlerini sıktı. Direksiyonu tutan elleri sertleşti. Doruk'un bu halleri gerçekten garipti ve sorumu geçiştirdi. ''Anlatacağım.''
On dakika daha yol gittikten sonra İzmir'de daha önce hiç görmediğim bir yere gelmiştik. Etraf yemyeşildi ve birkaç tane ev vardı. Hepsi de çok güzeldi. Arabayı park etti ve emniyet kemerini çıkartarak arabadan çıktı. Onu takip etmeye hazırlanırken kemerin sıkıştığını fark ettim. Çıkartmak için zorluyordum ama olmuyordu. Doruk'sa çoktan yürümeye başlamıştı. Ona bağırıp rezil olmak istemiyordum ve çoktan dua etmeye başlamıştım. Tüm kuvvetimle çeksemde bir türlü çıkaramamıştım. Son denememde başarısız olmuştu ki kafamı kaldırdığımda Doruk köşede öylece durmuş bana bakıyordu. Adımlarını hızlandırdı ve arabanın ben taraftaki kapısını açtı. Konuşmamıştım ama ellerimle emniyet kemerini zorlayınca hemen anlamıştı. Üzerime doğru eğildi. O an ne kadar güzel koktuğunu fark ettim. Normalde hiç parfüm sıkmazdı. Aslında böyle şeyler umrunda olmaz diye düşünmüştüm. Ama şimdi favori parfüm markamın erkek versyonu kokuyordu ve bir insana bu kadar yakışabilirdi. Elini uzattığı gibi kemeri açtı ve alaycı ifadelerinden biriyle ''Beceriksiz.'' dedi. Eğer o an yere bakıp gülümsemeseydi oturup ağlayabilirdim. Bir dakika. Doruk Göktan ilk defa bana gülümsüyordu.
Ben arabadan uyuşuk uyuşuk çıkarken o sırıtarak yürümeye başlamıştı bile. Bugün gerçekten değişik bir gündü. Az sonra beyaz iki katlı önünde havuzu olan büyük bahçeli bir evin önünde durdu ve demir kapıyı anahtarıyla açtı. ''İnanmıyorum!'' diye düşündüğümü sanarken Doruk bana dönmüştü. Sanırım sesli söylemiştim. Kafasını çevirdi ve bahçenin içinde ilerlemeye başladık. İçeriden daha bir güzel gözüküyordu. Onlarca gül vardı. Bir an Doruğun gülleri annem çok sevdiği için diktiğini düşündüm. Ama artık ne annem vardı ne de Doruk çiçekleri severdi. Düşüncelerimi küfür ederek kovdum ve yürümeye devam ettim.
Kapıyı açtı ve içeri girdik. Evin içi çok modern döşenmişti ve içeriye lacivert , beyaz renkleri hakimdi. Tıpkı Doruğun parfümü gibi burası da çok büyüleyici kokuyordu. ''Yukarıda eski evindeki eşyalarının olduğu bir oda var. Sağdan ikinci kapı. Sakın karıştırıp odama gireyim deme. Kıyafetlerin, takıların, parfümlerin hepsi orada. Banyoda karşı kapı. Bir duşa gir bence.'' Bunları söylerken elini belime koymuştu ve beni merdivenlere doğru ittirmişti. ''Saol.'' dedim ve yukarı çıktım. Bir an önce duşa girmek istiyordum. Sanırım daha sonra tüm bunlarla ilgilenebilirdim. Ama ilk önce eşyalarımla özlem gidermeliydim. Odamın kapısının önünde durdum ve doğru kapı mı diye kontrol ettim. Kolu aşşağı indirdim ve içeri girdim. Odanın duvarları griydi ve bir hayli genişti. Yuvarlak bir yatak vardı. İki tane dolap , bir tane boy aynası bir de beş çekmeceli komidin vardı. Bunlar ilk başta gözüme çarpanlardı. Daha sonra yatağımın kenarındaki küçük taşları, duvardaki kitaplıkları ve asılan tabloları fark etmiştim. Ama en ilginci tüm takılarımın parfümlerimin ve kıyafetlerimin bu eşyalara özenle yerleştirilmiş olmasıydı. Çekmeceleri karıştırdım ve bir bornoz bulup banyoya gittim. Üzerimdekileri çıkartıp bir kenara koydum. O kıyafetler bana hastalıklı gibi hissettiriyordu ve üç yıl önceki günü hatırlatıyordu. Kendimi akan sıcak suya bıraktım ve suyun saçlarımı okşamasına izin verdim.
Yaklaşık kırk beş dakika banyonda kalmıştım. Üç kere köpüklenmiştim ve oradan hiç çıkmak istemiyordum. Banyonun kapısı iki kere tıklatıldı ve Doruğun sesini duyar gibi oldum. Daha yüksek sesle '' Gökçe iyi misin, cevap ver.'' diye bağırınca birden göz yaşlarımı tutamadım. Vücudumun böyle tepki vermesine bende şaşırmıştım. Ama genelde annem banyomun kapısına tıklatır ve çıkmam gerektiğini söylerdi. Doruk tekrar bağırınca ağlamaklı sesimle ''İyiyim.'' dedim. Birden telaş yaptı ve kapıya daha sert vurdu. ''Derhal oradan çıkıyorsun küçük hanım, derhal.'' Tamam dedim ve aşşağı inmesini söyledim. Beş dakika sonra kendime gelmiştim ve odama geçmiştim. Dolaptan siyah taytımı ve kendimden üç beden büyük mor tişörtümü üstüme geçirdim. Saçlarımı kuruladım ve özlediğim kremlerimi özenle saçlarıma sürdüm. Boy aynasında kendime baktım. Şaşırma hislerim felç olduğundan artık şaşıramıyordum bile. Ama göz rengimin çok daha açıldığını gördüm. Artık siyah değilde gri olmuşlardı. Büyük ihtimalle rehabilitasyonda ışık az olduğu için daha koyu gözükmüşlerdi. Tenim hala bembeyazdı ama normalde mor ve pembe karışımı dudağım kendine gelmişti. Aynadan gördüğüm mor pofuduk terliklerim birden dikkatimi çekti. Hızlı adımlarla yanlarına gittim ve hemen ayağıma geçirdim. Bunları bana annem almıştı. Doruğun da pofuduklarımı özellikle yanına aldığını biliyordum. Çünkü onları hiç ayağımdan çıkartmazdım. Tekrar aynaya yöneldim ve saçlarımı boynuma atılan dikişleri kapatacak şekilde yana yatırdım her zamanki gibi. Çok zayıflamıştım, boyum uzamıştı ve fiziğim yerine oturmuştu. İnce, düz ve uzun bacaklarım vardı ama rehabilitasyondayken dizlerime attığım bıçak darbelerinin izleri hala oradaydı. Aynaya iyice yaklaştım ve gözlerime tekrar tekrar baktım. Altları morarmıştı, üzerimdeki tişört ve ayağımdaki terlikle de uyum sağlamıştı. Bunu düşünürken gülmemi durduramadım ve kendi kendime sırıttım. Tebessüm eden dudaklarıma baktım ve gülmeyi özlediğimi fark ettim.
Derin derin nefes aldım ve aşşağı inmek için kendimi hazırlamaya çalıştım. Duyacaklarımdan korkuyordum, kendime hakim olamamaktan korkuyordum. Dolaptan siyah bol bir hırka alıp üstüme geçirdim ve kapıya yöneldim. Ev felaket güzeldi ve sanki her köşesi Doruk gibi kokuyordu. Özenle düzenlenmişti, her detay düşünülmüştü. Merdivenden inerken her basamağın kenarına küçük kuklalar yerleştirilmişti. Birinci basamaktaki iki kukla resim yapıyor, ikincide bisiklet sürüyor, üçüncüde kitap okuyordu ve bunlardan birsürü vardı. Çok güzel gözüküyorlardı. Duvarlara led mavi ışıklar konulmuştu. Son iki basamaktan atladım, tam düşecekken kendi dengemi sağladım ve beni çeken bir kamera olduğu düşüncesiyle çaktırmamaya çalıştım. Salonun kapısı aralıktı ve beyaz köşeli koltukta oturan abim Doruğun karışık saçlarını görebiliyordum. Televizyonun sesi açıktı. Kapıdan içeri girdim, karşısındaki koltuğa oturdum. Anında kafasını kaldırdı, sert bakışlarından birini bana fırlattı. Aslında bir şeyler açıklaması gereken oydu ama ilk soruyu sorarak konuşmanın konusuna kendim karar vermek istedim. ''Beni neden hiç ziyaret etmedin?'' sesim biraz değişik çıkmıştı. Gözlerini benimkilere kaydırdı, beş on saniye sonra tek kelime söyleyebilmişti. ''Gelemedim.'' Bağırıp isyan etmek istesemde yapamadım ve susmayı seçtim. Aslında normal hayatta pek susan biri değildim. Tam aksine çok konuşurdum ve daima gülerdim. Ama şuan ortama bakılırsa güneşli günler fazla uzaktaydı. Kafamı cama çevirdim, saçlarımın boynumu kapattığına emin oldum. Başka tarafa baksamda beni izlediğini anlayabiliyordum. Merakımı daha fazla arttırmadan konuşmaya başladı. ''Gökçe bak, nasıl hissettiğini, aklından neler geçtiğini biliyorum. Çok iyi bir konuşmacı değilim. Bunu en iyi sen biliyorsun. Ama artık sadece ikimiz varız...'' sözünü kestim ve ''Abi babam nerede?'' diye sordum. Araba sürerkende bu soruyu sormuştum ve şuan da aynı tepkiyi veriyordu. Dişlerini sıkmıştı ve sinirlenmişti. Yaşından büyük gösteriyordu. Bu yüzden böyle ifadeleri kaldıracak yüz yapısına sahipti. ''Sanırım önce şu konuya bir açıklık getirmem gerekiyor. Sen rehabilitasyona girdikten bir yıl sonra elime bazı belgeler geçti. Sen ve senin ailenle ilgili.'' Evet bunu beklemiyordum. ''Ne demek senin ailen?'' Kafasını yere eğdi ve tekrar kaldırana kadar ona baktım. Küçüklükten beri kötü bir haber duyduğunda bize söylerken gözlerinin altı hemen kızarırdı. Şimdi de öyle olmuştu. Birkaç cümlesi ve bu ifadeleri kendimi çok daha kötü hissetmemi sağlıyordu, açıkcası duymam gerekeni duyup bu olayın bitmesini istiyordum. Çünkü onun için konuşmak dünyanın en zor şeyiydi. Sorumu tekrarlayacak zamanı bana vermeden devam etti ''Aslında sen... Yani... İlk olarak ne kadar zor olursa olsun sakin olmak zorundasın. Ve...'' Sözünü kestim, ''Artık söylermisin şunu? Söz, söz veriyorum sakin olacağım.'' diye bağırdım. Ama buna ben bile inanmamıştım. Çoktan elim ayağım titremeye başlamıştı. Sırtımda her ağladığımda hissettiğim o keskin ağrıyı duyabiliyordum. Bir hayli bekledi ve 'benden günah gitti' temalı tavrını takılıp konuşmaya başladı. Hala gözlerinin altı kırmızıydı. Gerçekten ürkmüştüm.
''Ne kadar zor olduğunu bilmiyorsun. Tamam söylüyorum. Aslında sen ne benim kardeşimsin ne de annemin kızısın. Bundan yıllar önce biz doğmadan ailelerimiz kağıt üzerinde belgeler imzalamışlar. Bu belgeleri iki yıl önce eski evimizde babamın tavan arasındaki kasasında buldum. Bir sürü şarta bağlı anlaşmalar yapmışlar. Anlaşmaya göre; annen ve babanın evli olmadan dünyaya geleceği bir çocukmuşsun ve baban seni bizim aileden biriymiş gibi göstermek için babama tonlarca para dökmüş. Baban zengin bir iş adamıymış, ortağıyla yaptığı tartışmaların sonucu mahkemede bitmiş ve çok fazla tazminat ödemiş. Şuan nerede olduğunu bilen yok. Annen ise baban battıktan sonra ondan boşanmış. Rus bir adamla evlenmiş. Trafik kazası geçirmişler ama annene bir şey olmamış. Rus adam tüm mirasını annene bırakarak bu dünyadan göçmüş. Tüm bunlar olurken babam ailenin parasını yemiş ve bir yandan da bizi büyütmüşler. Annemi de sana zarar vereceklerini söyleyerek susturmuşlar. Tüm bunları öğrenince kendi babama dava açtım ve elinde olan her şeyi aldım. Çünkü insanları kandırarak yaşayan ve küçük masum bir kızı hayatından para ile satın alan biri benim babam olamaz.''
Sözcüklerin her hecesi beynimde yankılanıyordu. Nefesim daralmıştı, zorlukla gözlerimi açıyordum. İstemsizce ellerimi yumruk yapmıştım ve ölümüne sıkıyordum. Bayılacağımı anladığımda ayağa kalktım ve Doruğa doğru bir iki adım attım. Yer ayağımın altından kaydı. Tavanla zemmin birbirine karışınca kulaklarımda bir uğultu vardı sadece.
Kendime geldiğimde hava kararmıştı. Benim için hazırlanmış odadaki yatağa yatırılmıştım. Üzerime çok ince bir battaniye örtülmüştü. Gözlerimi kırpıştırdım ve görüntünün netleşmesini bekledim. Kafamı hafif kaldırdım. Doruk karşı koltukta oturmuş beni seyrediyordu. Saatlerce hiç kıpırdamamış gibi gözüküyordu. Yerimden doğrulduğumda gözlerini benden hiç ayırmadı. Kafamı dizlerimin arasına aldım ve ağlamaya başladım. İlk başta sessiz olan hıçkırıklarım şiddetlenerek bağırışlara döndü. Doruk kötü oolduğumun farkındaydı. Yerinden kalktı. Yanıma geldiğini hissedebiliyordum. Saniyeler içinde yatak hafifçe çöktü elleriyle yüzümü kaldırdı. Uzağımda olmasına rağmen bunu başarmıştı. İlk defa bana dokunuyordu ve kolları gerçekten güçlüydü. Derin bir iç çekti ve konuşmaya başladı. '' Senin için çok zor biliyorum. Ama şimdi tüm bunları unutman gerekiyor. İntikamını aldım işte. Onun hayatını bitirdim. Elinde hiçbir şeyi kalmadı. Bu evi de davadan sonra aldım. İki gün içinde taşıdık ve ellerimle bütün eşyalarını düzenledim. Tüm bunlarla uğraştığım için hiç yanına gelemedim. Özür dilerim.'' Gözlerine baktığımda gerçekten üzgün olduğunu görebiliyordum. ''Son bir şey daha kimliğini hastaneden aldım ve şimdi dava kararlarıyla birlikte nüfus müdürlüğüne gitmem gerekiyor. Soyadınla ilgili birkaç değişiklik yapacaklar sanırım. Zaten tanıdıklarım vardı ve bilerek bu saatte gitmeyi tercih ediyorum. Bilirsin ortalarda dolanmayı sevmem. Bu yüzden seni burada bırakmam lazım. Yalnız durabilir misin?'' Korkmuyor değildim ama üç yıl boyunca nasıl durduysam şimdi de pek ala durabilirdim. Hem yalnız kalmaya ve düşünmeye ihtiyacım vardı. Kabul ettiğimi gösterircesine kafamı salladım ve elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim.
''Kapıyı üzerine kilitleyeceğim. Bir delilik yapmayacağın konusunda sana inanıyorum. Mutfak aşşağıda, hiçbir şey yemedin. İstersen biraz atıştır. Ben gelince yemek hazırlarım yada dışarıda da yiyebiliriz. Daha fazla ağlamanı istemiyorum. Önceki hayatını unut ve bir an önce kendini toparla. Her şey güzel olacak.''
Ayak seslerini ve dış kapının kilitlenme sesini duydum. Ayağa kalktım. Evdeki bütün ışıkları kapattım, odama geri döndüm. Artık sadece evde değil içimde de yalnızdım. Düşüneceğim o kadar çok şey vardı ki bir an bütün bunları bitirmek istedim. Bu benim için çok kolay olurdu sadece bir iple tümünü halledebilirdim. İçimdeki feryatlara son verebilirdim.
Bir anne kızını nasıl istemezdi ki? Bir de para karşılığında satmışlardı. Hiç mi değerli değildim? Böyle insanları hep televizyonlarda görürdüm ve küfür edip boşverirdim. Çünkü ibret almaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Şimdi neden aynı şeyi ailem için yapamıyordum. Onların kanındandım. Ne kadar satılmış olsamda o kadın beni karnında dokuz ay taşımıştı. Yaşadığım şaşkınlıkla tır çarpmışa dönmüştüm. Peki ya yıllarca anne dediğim kadın? Bana masallar annlatan, sevgi kokan, güven veren kişi şimdi tüm duygularımın zındanlara tıkılmasını sağlamıştı.
Daha da önemlisi kimsem kalmamıştı. Kardeşim yoktu, annem nerede belli değildi, babamı tanımıyordum. Daha kendimle başa çıkamıyorken koca dünya karşımda durmuş bana meydan okuyordu. Hayatıma nasıl devam edecektim? Okulum, arkadaşlarım üç yıl içinde nerelere gitmişlerdi? Doruk abim olmadığına göre bir yabancıyla nasıl aynı evde yaşayacaktım. Tabi benden gitmemi istemezse.
Saatler saklambaç oynuyordu. Ben hala ne yapacağıma karar verememiştim. Aklıma birden Doruğu ilk gördüğüm an geldi, arabaya arkasını yasladığı an. Onu bıraktığımda böyle değildi. Bunu fark edebilmiştim. Her şeyi değişmişti tıpkı benim gibi. On dokuz- yirmi değil de iki üç yaş daha büyük gösteriyordu. Her zaman onun tavırlarına hayran kalırdım, şimdide öyleydi. Yakışıklının dışında gerçekten çok güzel bir çocuktu. O gözlerindeki bakışlar çok farklıydı. Hiçbir şeyden korkmayacağını biliyordum. Küçükken beni devasa örümceklerden kurtarmıştı, yatağımın altındaki korkunç palyaçoyu düşünmemem için gelip benimle uyumuştu. Fakat büyüdükçe benden uzaklaşmıştı. Evde dolanan hayaletlerden biri olmuştu. Şimdide gözlerinde bu bakışlardan vardı, korkuyordum. Zaman kavramını yitirdiğim anlardan birinde kapıya çok sertçe birisi vurdu. Ardından bir daha ve bir daha. Ürkmüş ve yerimden fırlamıştım. Gelen Doruk muydu bilmiyordum, ama anahtarı vardı yani kapıyı ben değil sadece o açabilirdi. Merdivenleri üçer beşer atlayarak alt kata indim. Hızlı nefes alıyordum ve bu yüzden başım dönmeye başlamıştı bile. Kapıya yaklaştım ve 'kimsiniz?' diye sordum. Anında yanıt geldi. '' Gökçe benim Doruk. Üst kata çık odama gir, küçük bir kasa var onun çekmecesinden evin anahtarını al ve kapıyı aç. '' Nefes nefese kalmıştı. Sesinde hızlı olmam için yalvaran biri olduğunu hissettim. Yanılmamıştım. ''Çabuk olman lazım yoksa ikimizin de hayatı biter.'' Elim ayağıma dolanmıştı. Zor bela üst kata çıktım. Korkudan dört kere dilimi ısırmıştım ve ağzım kan dolmuştu. Doruğun odasına girdim. Neyse ki kasa karşımda duruyordu. Çekmeceleri karıştırdım ve anahtarı bulmamla alt kata doğru koşmaya başladım. Dışarıdan bağırma sesleri geliyordu. Kapının anahtarını açarken ''Neler oluyor?'' diye bağırdım. Sesim korkunç çıkmıştı. Doruğun cevap vermemesi daha da panik yapmama neden oldu. Üç anahtarı denedim. Sonuncusu kapıyı açtı ve Doruk birden üstüme doğru yığıldı. Vücuduna dayanamamış ve bende düşmüştüm. Çok hızlı nefes alıyordu. Suratı bembeyaz olmuştu ve öksürüp duruyordu. Yere yığıldığında korkum katlanmıştı. ''Doruk iyi misin? Cevap ver, iyi misin?'' Bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. Sesi kısıktı. Çok sık öksürüyordu, nefesi ona yetmiyor gibiydi. '' Mu-mutfak...ilaçlarım..'' Titremeye başlamıştı. Onunla birlikte korkunun bedenimi sarmasıyla bende titriyordum. ''Doruk ne ilacı? Sen ilaç içmezsin ki?'' Evet bundan üç yıl önce hiç ilaç içmezdi. Ölse bile ağzına ne şurup ne de hap koyardı. Ama belliki durumlar değişmişti. ''Mutfakta... Dolaba bak... Astım ilacı... Mavi renkli kapağı var... Ventolin...'' Kurabildiği en uzun cümleyi kurmuştu. Koşarak mutfağa gittim, ışığı yaktım. Hangi dolap olduğunu bulmak iki üç dakikamı almıştı. Çünkü evin mutfağı büyüktü ve bir sürü dolabı vardı. Çekmeceli dolabı karıştırmaya başladım. Doruğun öksürük sesleri canımı yakıyordu. Kutusunda Ventolin yazan ilacı alıp yanına koştum. Kutusundan çıkarttım ve eline verdim. Yerde yarı baygın yatıyorken eline baktı. Ağzına üç beş kere sıkarak nefes almaya başladı. İlk defa onu böyle görüyordum. Peki neden bu hale gelmeden eve geri dönmemişti? On dakika boyunca tepesinde dikildim ama ayağa kalkmayınca yanına oturdum. Hala kendinde değildi. Cebinden çıkarttığı mendille ağzını siliyordu. O an peçetenin kırmızıya bulandığını fark ettim. Bu benim için kötü bir şeydi. Onun astım hastası olduğunu bilmiyordum ve bu hale gelmesi beni gerçekten çok şaşırtmıştı.
''İyi misin?'' diye sorduğumda suratını bana çevirdi ve küçücük bir kahkaha attı. Ciddiliğimi koruyordum. ''Neden gülüyorsun?'' Tekrar güldü. ''Suratını görseydin eminim ki sende gülerdin. Kalbim yerinden çıkmadı sakin ol.'' Tamam gülmesi güzel bir şeydi ama bu kadar boşvermesi sinirimi bozmuştu. '' Farkında mısınız bayım bilmiyorum ama az önce biraz daha geç kalsaydık kalbinizi kusabilirdiniz.'' Ben bunları söylerken birkez daha öksürdü ve sol dudağının kenarından bir kan damlası aşşağı doğru süzüldü. Hala gülüyordu. Bu halde bile nasıl bu kadar seksi gözüküyor merak ediyordum. ''Bana bir şey olmaz. Şimdi hastalıklıymışım gibi bana bakmaktan vazgeç.'' Yanından kalkarken ''Sen gerçekten hastasın.'' dedim ve altı numaralı küçümser bakışımı ona fırlattım. Yine küçük çaplı gülüşlerinden biriyle bana karşılık verdi. Arkamı döndüğümde oda gözlerini yerden kaldırıp bana baktı. Ne kadar güzel güldüğünü de o an fark ettim. Üç yıl önce asla gülmezdi. Bazen sadece yaşamış olmak için yaşadığını düşünürdüm. Sanırım uzun bir süre ona bakmıştım. Öyle ki boğazını sesli şekilde temizledi. Ciddi haline dönüp yanımdan geçerken ''Hasta.'' demekten kendimi alamadım. Arkasından baktığımda çene kaslarının gevşediğini ve gülmemek için kendini zor tuttuğunu gördüm.
Odama çıktım. Bu aradan oda duşa girmişti. Yatağıma değilde hastanede olduğu gibi yere oturdum. İçerisi karanlıktı. Kafamı dizlerimin arasına aldım. Bugünün hiç normal olmadığını düşündüm. İlk olarak gerçek olamayacak derecede ürkütücü şeyler öğrenmiştim. Doruk abim değildi, en güvendiğim insan annem değildi, yıllardır bana vurmaya hakkı olacak en son kişiden dayak yemiştim ve bu kişi de Doruğun babasıydı. Düşündükçe annemin nasıl bir kadın olduğunu merak etmeye başlamıştım. İnsanın annesini tanımaması garipti. Hiçbir şey hissetmiyordum.Gözlerim yaşarmıştı fakat onun için ağlayacak değildim. Sonuçta yıllar önce beni parayla satmışlardı. Gerçek ailem birkaç yabancı insandan farklı değildi. Sorun şu ki bundan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Dondurduğum okula geri dönebilirdim. İyi kötü bitirip bir yere çalışmaya girebilirdim. Ama üç yıl rehabilitasyonda kalan bir kızı yanında kimse çalışmaya almazdı. Bu düşüncelere başka bir zaman kafa yormak için rafa kaldırdım ve Doruk'u düşündüm. Sanki yeniden doğmuş gibiydi. Hiç gülmeyen o kulaklı çocuk gitmiş yerine beni deli etmek için sırıtan bir şapşal gelmişti. Gerçi hala o lanet kulaklıkları hiç yanından ayırmamıştı. Yani yaklaşık on saattir.
Bu gece gerçekten sadece görüntüsünü tanıdığım birinin evinde kalacaktım. Aslında kazanılan tazminat davasının paralarıyla burası alınmıştı ve Doruğun anlattıklarına göre bu ev benimdi. Ama yine de burayı sahiplenememiştim. İçeriden tıkırtılar gelmeye başladı ve birden Doruk içeriye daldı. ''Gökçe ben yokken bu eve biri geldi mi? Herhangi bir ses duydun mu yada telefonlardan biri çaldı mı?'' Sesi o kadar gergindi ki refleks olarak birden ayağa fırlamıştım. ''Hayır ses falan duymadım, telefon da çalmadı. Neler oluyor?'' Birden çok sinirlenmiş olacak ki kapının yanındaki aynaya bir yumruk savurdu. Aynanın parçaları yere dökülürken bir çığlık attım. Sesim onu kendine getirmişti ki bana döndü. Korkuyordum ve acilen bir açıklama yapmalıydı. ''Sakin ol. Yok bir şey.'' Nedense sözleri hiç inandırıcı gelmemişti. ''Neler olduğunu anlatacak mısın?'' diyerek sesimi yükselttim. ''Elindeki kağıt ne?'' Doruk derin bir of çekti. Bir an babası gibi bana zarar verir mi diye düşündüm. Ama sonra saçmalamamam gerektiğini içimdeki sese hatırlattım ve onu susturdum. Doruk birden konuşmaya başladı. ''Bundan bir yıl önce kaldığım otel odama yüksek derecede metan gazı verildi ve canıma kastedildi. Polisler yıllardır kimin yaptığını bulamadılar. Hastanede verdiğim raporda, senin için açtığım davada babamı savunan avukatın bipolar hastası olduğunu, adamın bu davayı kaybetmesi üzerine karşıt iki aşırı ruh halinin dönüşümlü olarak ortaya çıkmasıyla ve bu durumu gururuna yedirememesinin oluşturduğu psikolojik baskıyla bunu yapmış olacağını söyledim. Polisler yaptıkları araştırmalar sonucunda adamın ortadan kaybolduğunu öğrendiler. Bunun yanında bahsi geçen adam ailesini bir kulübede bağlayıp kulübeyi ateşe vermiş. Daha sonra aile bireylerinin çığlıklarını bir kasette toplamış. Bu da yetmemiş yanan insanların küllerini kavanozlara doldurmuş. Polis olay yerine geldiğinde kavanozların üzerinde bir not bulmuş; ''Ben yapmadım o yaptı.'' Nerede olduğu bilinmiyor ve buda beni bir hayli büyük bir tehlikeye atıyor.''
Zor zar yutkunuyordum. Gerçekten benim yanımda o adam bir psikopattı. Yatağıma geri geri yürüdüm ve kenarına çarpınca oturmak zorunda kaldım. Daha dün beyaz duvarlara hapsolmuş durumdayken şimdi kendimi Amerika'nın aksiyon filimlerinde gibi hissediyordum. Bir günde bu kadarı fazlaydı. Büyük ihtimalle birazdan o mavi önlüklü kadınlardan biri beni uyandıracaktı. Çünkü Doruk'un hayatında ilk defa gülmesinin, bu manyak adamın yaptıklarının, bu evin, ailemin başına gelenlerin başka açıklaması olamazdı. Derin derin nefes aldıktan sonra sesim çıktığı kadar Doruk'a soru somaya çalıştım. ''Elindeki notla ne alakası var ve neden tehlikedesin?'' Duymak istediği en son soruyu sormuşum gibi bana baktı. Huzursuzdu. Yere elinden kan damlıyordu.''Notta yazanları okuyorum; İstediğim zaman nefesini bir gazla kesebilirim, küllerini kanla yıkayabilirim, haykırışlarında dans edip seni Pere Lachaise'in karanlığına gömebilirim. Benimle savaşman demek iki kişiyi karşına alman demek. Ben hem Jim'im hemde Doors.'' Tek kaşını havaya kaldırdı, dudaklaını yukarıya kaldırdı, hiçbir şey anlamamış gibi suratıma baktı ve kabul bende anlamamıştım. ''Bunların anlamı ne?'' diye günün oscarlı sorusunu sordum. Direk ''Bilmiyorum.'' diye cevap verdi. Gözleri tekrar kağıda kaydı. ''Biliyorsun ki birinin seninle dalga geçiyor olma ihtimali yüksek. Yazının başı yaşadığın gaz olayıyla denk gelmiş olabilir ve bunu yoldan geçen biri kapının dışına yapıştırmış da olabilir.'' diyerek gözlerinin dikkatini çektim. Gözleri kararmıştı, gidip odanın ışığını açtı, nefes aldı bir iki dakika arkası dönük pencereden dışarı baktı. Dayanamayıp ''Peki şimdi sorun ne, inandırıcı gelmedi mi?'' dedim. Dışarıyı seyretmeye devam etti. O an söylediği tek cümle korkuyu iliklerime kadar hissetmemi sağlamıştı.
'' Kağıdın kapının dışında asılı olduğunu söylemedim ki?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARANOYAK
Novela JuvenilTek bir kadere yazılmış iki farklı hikaye.. Rehabilitasyon merkezinin beyaz duvarları ve iki gencin içindeki karanlık.. İmkansızlığın gölgesinde tutuşamayan ürkek eller.. Umutlara sığınan yalanlar, gerçekleşemeyen hayallerin ayak sesleri.. Paranoyan...