Bahçe

646 90 47
                                    

Kapı açıldığında Kayra olduğu yerde durdu. Yüzümü kapıya çevirdiğimde Sıla ile Sarp bir bana bir Kayra'ya bakıyordu.

Sıla heyecanla konuşmaya başladı. "Bilerek yine bölmemek için oyalandım ama siz de tam geleceğim zamanda yakınlaşıyorsunuz!"

"Sıla bence yorum yapmamak daha iyi. Begüm git gide kızarıyor." dedi Sarp.

"Doğal olarak kızarırım!" diye isyan ettim.

"Haklısın. Şimdi çıkalım mı yoksa girelim mi?" diye dalga geçen Sarp'a "Defol git." dedim.

Sarp gülerek odaya girdiğinde kahvaltımı yapmaya başladım.

Kahvaltımız bittiğinde "Hadi bahçeye gidelim." dedim.

"Pijama takımların ile mi gezeceksin?" diye soran Sarp'a "Oy zaten şurada on kişiyiz. Ne giyineceğim? Pijama ile rahat rahat ile gezineyim." dedim.

Sıla hafifçe yanıma yaklaştı ve fısıldamaya çalışarak "Kayra beni her türlü beğenir mi diyorsun?" diye sordu.

Kayra da duyduğu için gülerken Sıla'ya kötü kötü baktım.

"Hadi öyleyse, bahçeye çıkalım." diyen Sarp'ın ardından kaçar adımlarla odadan çıktım.

Hep birlikte bahçeye çıktığımızda çevreye baktım. Buraya bahçe demeye bin şahit isterdi.

Ormanın içindeki arazilerinin çevresine tahminimce üç metrelik duvarlar örmüşlerdi. Duvarlar dümdüzdü, tırmanmak imkansızdı.

Güneş, büyük beyaz bulutların arasından, yeni ıslandığı belli olan toprağı ısıtmak için kendini gösteriyordu.

Neden toprağı ıslatma ihtiyacı duymuşlardı ki?

Toprak, nefis bir şekilde kokusunu etrafa yayıyordu. Küçüklükten beri toprak kokusuna bayılırdım. Özellikle yağmur yağdı mı çevreye yaydığı o toprak kokusunu.

Ağaç diplerinde çalılıklar, mantarlar vardı.

"Burası çok büyük. Küçük bir orman gibi." Sıla'nın dediğini kafamla onayladım.

Eğer duvarları bilmiyor olsam büyük bir ormanda olduğumu düşünürdüm.

Yürümeye başladık. Yerde gördüğüm içi boş, büyük kütükler gördüğümde "Bunlara saklanılabilir." dedim.

Sarp, "Aynı zamanda ağaca da çıkmak etkili bir yöntem. Yapraklar büyük." dedi.

"Baksanıza, şurada da bir ağaçev var." diyen Kayra'nın işaret ettiği yere baktım.

Yine bir kütüğün arkasında duran ağaçta tahtadan yapılmış bir ağaçevi vardı. Saklanmak için idealdi.

"Umarım saklanmana gerek kalmaz." dedi Sıla.

"Umarım." dedim. "Umarım."

İleride bahçeyi dolanan Selim'i gördüğümde onu işaret ettim. "Tek ormanı gezen biz değiliz." dedim.

Sıla, Sarp'ın tişörtünü çekiştirdi ve "Selim harici başka biri daha var." dedi.

Baktığı yere döndüğümde Ersin'in cesedini gördüm.

Sıla mide bulantısı ile ağaç kenarına çömelirken Sarp onunla ilgileniyordu.

Onları bırakıp cesedin yanına gittim. İlk bakışta ölüm sebebi kafasına aldığı darbe gibi gözüküyordu.

Yanına eğildim ve toprağa akıttığı kanın nereden aktığına baktım.

Şakak kemiğine sert bir darbe almıştı. Yara izine bakarak kafasına bir taşla vurulduğunu düşünüyordum.

"Cinayet silahı." dedi Kayra, ileriye fırlatılmış taşı gösterirken.

Yanıma eğildi, Ersin'in boğazını gösterdi. Hafif kızarmıştı.

"Boğmaya çalışmış ama başaramamış."

"Gücü yetmediği için başaramadığı ihtimali yüksek."

"Sence kim yapmış olabilir?" Kayra'nın sorusuna biraz düşündüm.

"Ersin en yaşlı olanımızdı. Onu öldürmek diğerlerine göre daha basit." dedikten sonra yarayı gösterdim. Aşağıdan vurulduğu belliydi.

"Ersin'den daha kısa boylu ve onu boğmaya gücü yetmeyen biri olmalı." dedim.

"Aslıhan ya da İlayda olabilir."

"Ya da Eyüp. Onun da boyu Ersin'den kısaydı." dedim.

"Gücü ormana kaçmasına izin vermeden öldürecek kadar fazla gibi geliyor. Yine de kimin neler yapacağını bilemeyiz. O anki öldürme pozisyonunu da bilmiyoruz."

Yanımıza gelen Sarp'a baktım. "Sıla nasıl?"

"İlk kez ceset gördüğü için midesi kalktı. Şimdi tuvalete gitti." Sarp'ı kafamla onayladım.

Yavuz, onun ardından da Aslıhan geldiklerinde Yavuz hiçbir şey demeden cesedi incelemeye başladı.

Ölümüne OyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin