4

45 9 6
                                    

Belki en sevdiği tatlıyı, yemeği, rengi, hayvanı, kişiyi, yeri soramamıştı ama hiç değilse adını biliyordu!

Kafede onun gelme saatini beklerken sanki zaman yavaşlamıştı. Kendini zor kabullenip bilmem kaç yıl düşünüp duracak vakti yoktu. Kabul, biraz aceleciydi ama pembe renginin etrafını kaplaması, özellikle koyu şekilde... Bu... bu anlatılamazdı. Fazla özel hissettirirdi. Güzeldi, hoştu ama karşılığı sadece tahmin edilebilirdi.

En azından onu izleyebilirdi, nasıl olsa geliyordu kafeye. Bu da yeterdi ona.

Gerçekten yeter miydi?

O zaman şöyle diyelim;

Şimdilik uzaktan izlemek yeterdi.

Umarım aşık olmuşumdur diye düşündü. Bunu düşünmesinin sebebi ona aşık olmaktan memnuniyet duyacak olması değildi. Aksine, Kutay aşkın anlık ve geçici olduğuna inanırdı. Sevgininse kalıcılığına inanırdı.

Onun için aşk katlanarak artardı. Sanırım burada hemfikiriz. Aşkın katlanarak artığını ama sonra bir anda adeta gerçekleşmemiş bir heves gibi içinde söndüğünü düşünürdü. Hani böyle yaşadığınız bir kişiye anlatmak istersiniz ya. Sonra sizi geçiştirir sizden uzaklaşır. Saçma sapan, akla mantığa uymayan salakça yalanlar bulup sizi aptal yerine koyarak uzaklaşır ya. Öyle bir hevesin içinizde kalması gibi.

Eskiden inanmazdı en iyi arkadaşlarının birkaç insan görmesiyle ondan uzaklaşacağını. O kadar plan yaptıktan sonra sen hepsini gerçekleştirmeyi düşlerken onların senden adım adım uzaklaştığını fark edemezsin.

Mesajlar, aramalar, buluşmalar hepsi ama hepsi bir anda biter. Ah en eğlenceli yerini unutuyordum.

Tüm suçu size yıkmaları peki, çok komik değil mi?

Güya sen onları umursamamışsındır ama hayır efendim size aslını söyleyecek olursam siz çok umursarken -çok afedersiniz ama- siklerinde bile değildi.

Yazar da Kutay da bunun işleyişini anlamıştı. Zamanında inanmazlardı. Sonra her bir şey olduğunda onlara anlatma heveslerini içinde tuttular. Öğrendiler efendim, yoktur gerçek arkadaş! Yoktur o hayallerin gerçekleşmesi lûgatta!

Tabii ki onlar da umdu ki siz değerli karakterler böyle şeylere kanmadınız, o sahte hayallerle uyutulup unutulmadınız. Her gece kimsenin sizi sevmediğini hatırlayıp da aklınıza şu lanet anılarınız birer birer dolarken o şen kahkalarınızı hatırlarken ağlamadınız.

Onlar öyle yapmıştı çünkü. Ama inanmak istedikleri, tutunmak istedikleri bir dal vardı. O ağaçtaki son dal. Başka kimsenin başına gelmemiş ve gelmeyecek olmasına tutundular. Kabul; üzüldüler, ağladılar, nasıl salak yerine konulduklarını fark ettiler ama başkasının başına gelmesini isteyecek kadar da birer canavar olmamışlardı. Hiç sorun değildi başkaları iyi olsundu. Ama keşke o kadar canavar olsalardı böylece bunları yazarken gözleri dolmuş olmazdı yazarın.

Açılan kapıyla umutsuzca tekrar baktı Kutay. O kadar dalgındı ki renkleri algılayamıyordu. Görünce onu, şunu fark etti; kalbinin, gözlerinden çok daha iyi hissedip algılayabildiğini yoksa hızlanmasının anlamı olmazdı.

Bir süre bakıştılar. Sonra gözünün önünde sallanan eli fark edip irkildi.

"Yakışıklılığıma hayran kalıyorsun sen de, biliyorum."

"Evet."

Yalan söylemenin manası yoktu nasıl olsa umursamayacaktı bunu da şaka zannedip geçecekti. Ama sanki bir afallamıştı.

"İmzamı istediğin zaman alabilirsin."

Güldü ikisi de.

"İki günlük zamankinden?"

"İki günlük zamankinden."

Buldum mu? (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin