29 EYLÜL
Kendimi odama kapatıp, depresyon modunda takıldığım, devamsızlığımı feda atiğim birkaç gün geçmişti. Gece karanlıkta içeri girip direkt uyuyan, gündüz olduğunda da yok olan Poyraz'dan, ara sıra arayıp arka bahçedeki ağaçların altındaki bankta milletten saklana saklana vakit geçirdiğim Mert'ten başka kimseyi görmemiştim. Şey, bir de her gün Nilay'ı arayıp üç-beş saat ağlamış, kızı hayattan bıktırmıştım tabii ki.
Şu dedikodu mevzusunun üstüne bir de Doğanay yüzünden bu okula düştüğümü fark etmek... Ama benim hatamdı değil mi? Söylediğim her sözü inanılmaz ciddiye alan Doğanay'a neden babasını kullanarak bana iyi bir yer ayarlamasını söylerdim ki? O sözü söylememiş olsaydım...
Onun itirafından sonra bütün parçalar yerine oturmuştu. Doğanay'ın anlattığına göre, hazır babası Amerika'dayken, okulu onun ağzından arayıp bilgisayarından gerekli işlemleri halledip kaydımın alınmasını 'emretmişti'. Milli eğitim bakanı isteyince ise... İstediğiniz erkek lisesinin müdürü olun, görünüşe göre Devrim adlı bir kızı okula kaydedebiliyordunuz.
Avukatım Caner Bey'e durumu anlattığımda adam beklediğim gibi üzülmek yerine gülme krizine girmişti. Üstelik çok da rahatlamıştı, çünkü Dağ kolejine naklimi istemişken, kendimi burada bulmamı en çok o kafasına takıyordu. Babam Caner'i hukuk kolejinde okurken burslu okutmuştu, o yüzden ailemize derin bir saygıyla bağlıydı. Ben hariç geriye kalan ailemize.
Bir de Doğanay'ın babasına yaptığını söylememem için dizlerime kapanıp küçük bir çocuk gibi ağlaması vardı ki, bununla ilgili ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Şu an için gidip babasına ispiyonlasam bile nakil dönemi kapandıktan, sicilim yüzünden yazılabileceğim okullar bir elin parmağını geçmedikten, üstelik tüm okullardaki kontenjanlar dolu olduktan sonra yapabileceği bir şey mi vardı sanki... Bir de, her ne kadar ona karşı sinirimden köpürüyor olsam da çocukluk arkadaşım Doğanay'ı nasıl ispiyonlayacaktım?
Sonunda tekrar sınıfıma giden koridora girdiğimde, kafamda işte bunlar vardı. Koridordaki aynada kendimle göz göze geldim. Herhalde mosmor olmuş gözlerim, birbirine girmiş saçım ve dağınık kıyafetlerime karşın güzel bulunabileceğim tek okulda okuyordum. Çünkü, şey, karşılaştırılabileceğim birisi yoktu...
"Teşrif etti!" diye bağırdı ikizlerden Ayhan sınıfa girdiğim anda. Oğlanların hepsi bir ağızdan, "Ooo!" deyip sıralarına vurarak beni karşılarken tiplerine bakıp gülmeden edemedim. Bir anda sınıftaki koku burnuma gelince, kaşlarımı çatarak sırama doğru yürüdüm. Ağzım açık kalarak sırama oturdum.
"Selim..." dedim huşu içerisinde bir sesle, yan masaya şok içerisinde bakarak. "Ne yapıyorsun?"
Selim ağzından tost ekmeği sarkarak bana baktı. Hemen yanında oturan Tuğrul ise ellerini bir yere bastırmakla meşguldü. Tost makinesine? Sınıfın içi kaşar, tereyağı ve yanmış ekmek gibi kokarken, bana saf saf bakan Selim ve Tuğrul'a ne diyeceğimi bilememiştim.
Önce vücudumda bir yerlerde kahkahamın hazırlandığını hissettim, daha sonra ise elimi sırama koyup saçlarım önüme düşecek şekilde eğilip gülmeye başladım. Benim tiz kahkahamla beraber sınıf da arkasını döndü ve bir anda, bütün sınıf Selim'le Tuğrul'un masasının etrafına toplandı.
"Abi bırak ekmeğimi, açım ya!" diye bağırdı Selim ekmeğini yemeye çalışan birisine. Kalabalıktan onları göremiyordum bile.
"Bana bir kaşarlı."
"Bana bir sucuklu."
"Kaşarlı istiyorum ama kaşar kalmadıysa Tuğrul'u da koyabilirsiniz," diye bağırdı Mert. Sonra önünde duran oğlanı, o demiş gibi Tuğrul'un önüne itti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVRİM- Erkek Lisesinde Tek Kız
Novela JuvenilDevrim Altun. Bu benim. Devrim ismini hakkıyla taşıyorum çünkü 'devrim' sayılabilecek işlere imza attığım söylenebilir. Mesela, yatılı bir erkek kolejindeki tek kızım. Mesela oda arkadaşım bir erkek, en değişiğinden, yakışıklısından, üstelik yavaş y...