27 yıl önce..
Munis idi ismim. Babam Taha Bey koymuş ismimi. Kendisi çok istemiş bir erkek evladının olmasını. Öyle ki dünyaya göz açacağım güne az kalmışken dedelerimizin dilden dile anlattığı Boz Geyik öyküsünün çıkış noktası olan, köyün güney yamacındaki Araf Tepesi denilen esrarlı, Mistik aynı zamanda Merak uyandırıcı Mekânda inzivâya çekilmiş ve orada Doğduğum güne dek dualarını edip, adaklar adamıştı. Bu denli isteyişin bi sebebi olmalıydı...Günlerce orada kalmış, yalvarıp yakarmış Tanrıya Mecnun misali. Lakin Mecnun dediğime aldanmayın, Leyla'sı olacak olan kişi evladıydı garibimin.
Günler geçiyor fakat İlahi Katta zaman kavramı farklı işliyordu. Ve babam Tanrı Huzurunda Ettiği duaların karşılıgını alacak mıydı ?
Şafağın söktüğü vakit babamın içine doğmuş sanki. Annem anlatırdı. Koşarak eve gelmiş ve anneme dogru dönerek:"Hanım hazır ol! Allah şahidimdir Munis'imiz hayırlı bir evlat olacak."
Annem anlamamış başta ne olduğunu. Şaşkın bir ifadeyle, ufak bir durgunlukla babamın döktügü gözyaşlarına iliştirmiş göz bebeklerini. Sonrasında ufak ama iğnemsi bir sancıyla irkilmiş ki babamın kapı ardında beklettiği Sultan Ebe, annemin anlık çığlığıyla içeri atılıvermiş. Önceden tedarik edilen doğum için gerekli olan malzemeleriyle sağ omzuna selam vererek Duruma el atmaya başlamış. Sultan Ebe fazlasıyla zorlanıyormuş. Öyle ki kan ter içinde kalmış. Biraz inatçıymışım denebilir Dünya'ya göz açma konusunda.
Haykırışların, tüm çabaların ve umutlu bekleyişlerin ardından... Doğdum. Kapı önünde bekleyen gri kasketli Yamalı bir palto giyen, pala bıyıklı ve bakışları endamı kadar keskin, baba duruşuyla Mehmet ağabey karizmasından ödün vermiş ve koşarak; az ötede sigara tüttüren, sol eli şakaklarına koyup, bağdaş bir şekilde oturmuş, düşünceli vaziyetteki , her halinden durgun babamı heyecanlandırarak:
"Bak Mümin Taha'm, Allah'ın dediği oldu, Allah'ım dualarını kabul etti, Bir erkek oğlun oldu." Demiş. Ardından babam yanındaki duvara sırt dayamış dostlarıyla hızla ayağa fırlamış, beklemekten birbirine kenetlenmiş ayaklarını ovuşturmadan alel acele eve doğru koşmaya başlamışlar. Koşarak eve yaklaştıklarında kadınların zılgıtlarıyla karşılaşmışlar. Bir yandan gururla, bir yandan mutlulukla endamından taviz vermeyerek yüzlerine bakmış o Güzelim insanların simâlarına. Kapıyı güçle açarak atılmış içeri. Soluk soluğa, Acele acele...
Annemin yani Furuzân'ın kucağındaymışım. Babam kollarına almış beni, bıyık altından gülümsemiş, bir yandan gözlerinden yaşlar akmış Mecnun'un. Sonrasında kirli sakallarından rahatsız olmayayım diye küçük bir buse kondurmuş yanagıma. Beni yıkamalarını rica etmiş babam. Kadınlar Başlamışlar beni yıkayıp dualar ve türkülerle Anadolu Hazzını ilk günden bana tattırmaya. Sağ olsunlar. Yıkayıp kundaklamışlar beni. Eş, dost hediyelerini , tebriklerini eksik etmemişler o gün. Ellerinden ne geliyorsa; bir keten poşet buğday, tarhana, bulgur... Köyde hediyelik olarak ne görülürse adettendir diyerek can-ı gönülden bahşetmişler. Babam kalabalık dağıldıktan sonra gün ağarana dek yanımdan ayrılmamış. Şükrünü, niyazını eksik etmemiş. Sonraki gün cemaat toplanmış. Umutla dolu, mutlu insanların huzurunda babam önceden düşündüğü ismi bana doğru dönerek:
"Senin ismin Munis olsun oğul, Bahtın güzel, alnın açık olsun oğlumm.." diyerek konuşmayı bitirmiş. En azından ufaktan kesitler hatırladıgım yaştan başlamak istiyorum asıl hikâyeme (...)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatım Cebimde
Não Ficção-Ön Söz- Merhaba Saygıdeğer okurum, öncelikle ruhunuzda derin bir hâz oluşturacağı kanaatinde bulunduğum bu romanımın size bahşedilmesi benim tarafımdan sizlere sundugum Yegâne Hediyedir. Düşüncelerimden, Dudaklarımdan, parmaklarımdan dökülmüş olar...