Yine yarınlar yokmuş gibi çılgın gülümseyişinle ve bir o kadar da morgda ki cesedi andıran donmuş ifadenle beliriyorsun kirpiklerimin arasından ışık girmediği bir anda. İlacımı aksatmak nasıl bedenime zarar veriyorsa hafızamdan gün geçtikçe daha da silinen yüzün, her pikselde ruhumu eskitiyor. Baş etmesi mümkün olmayan bir hastalık gibi sarıyorsun yüreğimi, kilometrelerce uzaktan, sahip olamadığın fakat hakim olduğun benliğimi...
Sahi kaç ayakkabı eskitir sana koşan cümlelerim her adımında. Ya da kaç kelime anlamını yitirir özlemimin arsız duruşu karşısında. Çarpı kaç platonik hayale eşdeğer umutsuz çırpınışlarım..
Hadsizce sığınıyorum içindeki sevdanın gün görmemiş merhametine. Hani diyorum belki... Belkiler de idam edildi doğru ya. Astım onları meydanda bir dar ağacında, ibreti alem olsun dedim çaresizliğime. Umutlar da öldü anlayacağın, hani o "olmalı" diye mavi boncuk taktığım arsız sevdamın dilenci kılığına girmiş bir şekilde tanrıya yalvaran umutlarım.
Sen benim baş etmesi mümkün olmayan hastalığım, vücudumun heryerini saran, son nefesimde dahi gülümseyerek bakacağım çiçekli yaram...
Bir gün özlersen beni şayet geceyi bekle, gökyüzünden süzülür gelirim rüyana.
Unutma..! En parlak yıldız kırmızı elbiseli Csilla...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
acının gülümseten yanı
Non-FictionCsilla piros ruhában... Güçsüz, fakat her düşündüğünde yüzünde oluşan gülümseme ile vücuduna kafein yüklemesi yapılmış gibi canlanan, bir o kadar canlı bir o kadar cansız, hikayesi yarım kalan kadın..