O akşam yemeği, hayatımda bir dönüm noktasıydı belki de.
Mikasa gelip karşıma oturunca içtiğim çorba boğazımda kalmış, öksürmemeye çalışırken resmen buz kesmiştim. Ne diye oturmuştu ki şimdi masama? Burası benim yerimdi, niye rahatımı bozuyordu durduk yere? Sinirlenmiştim elbet ama belli etmedim. Diğer çocuklar da kendilerine yakışır bir şekilde hemen Mikasa'nın peşinden koştular.
Mikasa sonraki gün de benim masama oturdu, bir sonraki gün ve bir sonraki gün de... Her seferinde umutla belki burada oturmaktan vazgeçer diye çaktırmadan gözlerinin içine bakıyordum ama o bazen bakışlarıma karşılık vererek dahi oturuyordu karşıma. Ona özellikle böyle zamanlarda sinir olurdum. Saçlarımı kopana kadar çekiştirme isteği bastırırdı, yapamazdım. Belki de İkarus gibi güneşe doğru uçmalıydım. Sıcak, kafamdaki boğucu düşünceler için sağlıksız ama tercih edilebilir bir çözümdü.
Bazı günler talimlerden gizlice kaytarırdım. Kimse fark etmezdi, kimse umursamıyordu çünkü. Arada bir yeşillik alana indiğimde Mikasa'yı görür gibi olurdum ama bir an sonra ortadan kaybolduğundan hep kendi kendime hayal görüyorsun, derdim.
Modumun düşük olduğu günlerden biriydi, nedenini pek hatırlamıyorum ama bunalmıştım. Kabuslarım azalıyordu ama ne olduysa o gün öldürdüğüm kızı gördüğümü sanmıştım talimin ortasında. Genelde kaçacaksam bunu kimse fark etmeden yapmaya özen gösterirdim ama bu sefer düşünememiştim. Elimden gelen tek şey herkesin içinde çığlık atıp kaçmaktı. Soluğu karanlık kilerde almıştım. Bacaklarımı karnıma çekip oturdum, sakinleşmeye çalıştım. Gözlerim yaşarıyordu, yine oluyordu, o anı yaşıyordum. Derken dikkatim kilerin kapısının yavaşça açılmasıyla dağıldı.
Mikasa'ydı.
"Talimde olman gerekirken ne yapıyorsun burada?"
Sesinde pek ciddiyet yoktu. Öylesine soruyor gibiydi. Kollarımın arasına gömdüğüm kafamı kaldırıp ona baktım. Yüzü her zamankinin aksine ifadesizdi, sanırım sürekli birilerine gülmekten yoruluyordu.
"..."
Bir cevap veremedim. Öylece bakışmaya devam ettik bir süre. Mikasa içeri girdi en sonunda, önümde diz çöküp ellerini dizlerime koydu. "Kralın yanına gidelim, bir bahane bulurum," dedi. Söylemesini beklediğim şey bu değildi. Afallamıştım, hiç tanımadığı biri için bunu yapmasında mantık arıyordum ama yoktu ki. Durumu sorgulamama fırsat vermeden elimden tutup beni taht odasına sürükledi. Kralın huzuruna çıktığımızda ikimiz de vücudumuzu eğerek selam verdik. Mikasa olaydan çoktan haberi olan babasına bakarak yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
"Sasha'ydı, değil mi?" diye sordu emin olmak istercesine ilk başta. Onaylarcasına kafamı aşağı yukarı salladım. Devam etti. "Kralım, olanlar kulağınıza gelmiştir ama ben Sasha'nın yerine size açıklamak istedim." Ne diyecek diye meraklanıyordum, bir yandan da saçma bir şey söylerse diye endişeliydim. "Kanaması başlamış bir anda, panikleyip kaçıvermiş o telaşla." Yüzüm anında kızarırken fark ettirmemeye çalışarak Mikasa'ya baktım. Büyük planı bu muydu? Utançtan gebersem iyiydi şu an.
"Bu, yaptığını açıklasa da hâlâ ceza alması gerektiğinin farkındasın değil mi, Mikasa?"
"Onun cezasını bana verin, çekerim."
Ne?
"Bir de, Sasha'yı yoldaşım olarak seçmek isterim şayet siz de onaylıyorsanız."
Sanırım kulaklarımda bir sorun vardı. Çünkü duyduklarım hiçbir şekilde doğru olamazdı. Mikasa kendisine en yakın olacak kişi olarak beni mi önermişti az önce? Yok yok, ben cidden o kazadan sonra kafayı sıyırmıştım, bu da bir hayalden ibaret olmalıydı. Sorun şu ki, değildi.
Kağıt parmağınızı kestiğinde hissettiğiniz acı kadar gerçekti.
"Yıllarca sana yoldaşını seçmeni söyledim, karşına o kadar kız getirdim, bu kızı özel kılan nedir?"
Yoldaş önemliydi. Bir prens veya prensese kan bağıyla bağlı olan silah arkadaşı demekti. Mikasa'nın beni neden yoldaşı seçtiğini hiçbir zaman anlamadım.
"İlginç biri." Böyle cevap verdi babasına.
Kral tekrar etti, "İlginç biri?"
"Evet."
"Kız alnına sürülen bir lekeyle sürgüne gönderilmiş. Şanına pek bir şey katmayacaktır."
Mikasa omuzlarını silkti. "İstediğim bu değil zaten."
"Diğer çocuklar kıskanacak."
"Kararlarımın üstüne söz söylemek onların vazifesi değil."
"Peki, öyle olsun. Ceza olarak ikiniz de eğitmenden derhal özür dileyeceksiniz. Başka bir şeye lüzum yok, gidebilirsiniz."
Şoktaydım biraz anlarsınız ki, konuşamıyordum pek. Öylece geçtik gökyüzüne uzanan geniş koridorlardan birlikte. Mikasa verdiği emirle yatağımı kendi odasına taşıttı, eşyalarımı da kendi dolabının yanındaki küçük dolaba yerleştirtti. Susup izledim. İtiraz edecek değildim.
O akşam yemeğinde karşıma oturmak yerine yanıma oturdu. Konuşmuyorduk ama yine de sıcaklığını hissetmiştim. Diğerleri haberi almış, kendi aralarında konuşuyorlardı: "O kadar aday varken yanına şu cılız kızı mı almış? Hem, katil değil mi o? Yazık." Böyle diyorlardı. Zaten birini öldürdüğüm kendi aralarında yayıldığından beri beni iyice dışlamışlardı. Bu sözleri duymak işleri daha da kötü hâle getiriyordu. Mikasa beklenmedik bir hiddetle "Benim kararlarımı sorgulamak, üstlerinde yorum yapmak ne zamandan beri sizin işiniz oldu? Burada sürgünde olduğunuzu unutmayın. Hepiniz aynısınız, biriniz diğerinizden üstün değil. Ben Sasha'yı yanımda istediysem kendi sebeplerim vardır. Yemeğinize odaklanın." diye çıkıştı.
Başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri yumuşak bakıyordu, hafifçe gülümsedi. Güven veren bir gülümsemeydi, herkese göstermediği tarzdan bir gülümseme.
O gece kabus görmedim. Mikasa'nın gülüşü hâlâ aklımın bir köşesinde, ellerim kana bulandığından beri uyuduğum en huzurlu uykuya daldım.
diyosunuz ki bu kadar zaman niye bekledinnbu bolumu atmak icin. yoldas kelimesini unutmustum kitap yanimda degildi bakamadim ondan 😅😅
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how the most dangerous thing is to love, mikasasha
Fanfictiono bir tanrıçanın yüzü ve yeteneklerine sahipti, ben sadece gölgesinde duran bir ziyaretçiydim. ilişkimiz bununla sınırlı kalmalıydı. mikasa ackerman & sasha braus.