Okuldan ayrılıp krallık yoluna giden otobüse binmek için hızlı adımlarla durağa ilerledim. Ailem Kore Seul Krallığı'nda yaşıyor, ben de merkezi yerleşke kısmında okuyordum. Dünyada yok kadar az denecek olsa da İngiltere gibi Kore'de de krallık-hükümet yönetimi söz konusuydu ve halk iç içe yaşasa da iki tarafın da Seul'de yerleri farklıydı. Ben de okula gittiğim için her gün bu eziyeti çekerek krallık ve merkez arasında dört dönüyordum.
Bugün o kadar çok yorulmuştum ki kendimi otobüse attığım gibi gözlerimi kapatıp kaslarımın gevşemesi için dua ettim. Konservatuvar okuyordum. Branşlarım dans ve rapti. Ne kadar sevsem de final zamanları çok yorulur eve gidince benimkilerden bir ton azar yerdim.
Yaklaşık kırk dakikalık bir yoldan sonra son durakta inip has kapıya adımladım. Köye girip karanlık yolda ilerledim. Köy dediğime bakmayın. Krallığın köyü öyle şaaşalıydı ki köy demeye dilim varmıyordu. Kralımız Min Kangsyu geçen senelerde her yere düzenleme emri vermiş, bütün köyü baştan yaratmıştı. Eh bu da bizim işimize gelirdi tabi.
"Dersten mi Hoseok?" Aktarın sahibi Bayan Dangsu gülümseyip elime birkaç mandalina tutuşturdu. Ben küçükken ailem çalışırken beni hep aktarına bırakırlardı. Beni Bayan Dangsu büyüttü diyebilirim. "Evet ajumma. O kadar yorgunum ki şu an bir papatya çayına hayır demem!" Bir süre onunla vakit geçirip satış yaptıktan sonra eve adımladım.
"Anne baba ben geldim." Mutfağa adımlayıp yanlarına gittim. Elimdeki meyveleri tezgaha bırakıp annemi öptüm. "Bayan Dangsu bunları verdi." Beraber masayı hazırlayıp yemek yedikten sonra odama ilerledim. Ufak iki katlı han tarzı bir yerde yaşıyorduk. Üç kişiye fazla büyüktü bile. Krallığın ev amaçlı yapılan hanları ufak olsa bile oldukça gösterişliydi.
Duvardan takvimime bakıp göz devirdim. Yarın Kral Min Kangsyu'nun oğlu Min Suga'yla katana* eğitimi dersimiz başlayacaktı. Ah evet krallıkta katana eğitimi veriyordum. Kralın oğlu bir tık ürkütücü biriydi. Beyaz teni, uzun sarı saçları vardı ve gözündeki uzun ince kırmızı yara insanları ürkütüyordu. Onunla ilk defa yüz yüze yarın tanışacaktım. Ön yargılı olmak istemiyordum ama köydeki ahjussiler onun kaba bir pislikten başka bir şey olmadığını söylerlerdi.
Kafamı daha fazla bunlarla meşgul etmek istemediğim için kısa bir duş alıp yatağa girdim. Sabah sekizde uyanıp dokuz buçukta sarayda olmam lazımdı.
Annemin dürtmesiyle gözlerimi aralayıp arkamı dönüp geri yattım. "Saat 8 Jung Hoseok ve senin dersin var çabuk kalk!" Popoma yediğim terlikle homurdanıp yataktan kalktım. Eğitimde giyeceğim eşofman takımımı çantaya koyup saraya girerken giymek zorunda olduğumuz geleneksel hanbok'u* üstüme geçirdim. Katanamı da omzuma asıp salona adımladım. Merdivenden inerken homurdanmaya başladım.
"Baba krallıkta benden başka eğitimci yok muydu Tanrı aşkına. Yapmak istemiyorum."Sesim neredeyse ağlayacak gibi çıkıyordu.
"Tabi var ama yapılan yarışta en iyi sen seçildin. Katılacağım diye bana ağlamasaydın. Hem Kangsyu seni çok beğenmiş ki demek ki oğlu için seni istedi." Babam kralla yakın arkadaşlardı. Arada köyden gizli bize gelip içerlerdi. Halkın bundan haberi olması hiç iyi olmazdı. İnsanlar çok dedikoducuydu burda.
"Ben nerden bileyim babacım yarışı oğlunu eğittirecek biri için yaptığını." Kılıcımı dikkatlice komodine yerleştirip hızlıca kahvaltı yaptım.
"Ben çıkıyorum, ne zaman gelirim bilmiyorum belki merkeze inerim. Ararım sizi." Bahçeden çıkıp saraya yürümeye başladım. Evimiz biraz köyden uzak daha çok saraya yakındı. Kangsyu ahjussi bize daha kolay gelebilmek için babam böyle konumlu bir ev almıştı.
Sarayın kapısına gelip tedirgin adımlarla içeri adımladım. Önüme gelen adamlara bakıp hemen eğilip selamladım. "Ben Jung Hoseok. Kral Kangsyu'nun emriyle Prens Min Suga için burdayım." Kendimi onlara açıkladım. Beni özel eğitim alanına getirip bilgilendirmeye başladılar. Özel yapım katanalar gözlerimi alırken kocaman çimenlik alanın ortasındaki yumuşak beyaz platforma çıktım. Ah olması gerektiği gibi.
"Prens Suga gelene kadar içerideki odada hazırlanabilirsiniz. Prens on dakika içerisinde burda olur." Teşekkür edip odaya yöneldim. Üzerime eşofmanlarımı geçirip aynadan kendime baktım. Tişört biraz dar olmuştu. Bir ay içerisinde kaslanmıştım. Ayaklarımı da bandajlayıp dışarı ilerledim. Prens hala yoktu. Etrafa göz atarken arkamdan gelen sesle döndüm.
"Hoseok sen misin? Ben Prens Suga." Ciddi ifadeyle beni izliyordu. Hemen eğilip selamladım.
"Evet prensim ben Jung Hoseok." Kalkıp gözlerine baktım. Simsiyah gözleri insanı içine çeken kasırga gibiydi.
yeni kurguyla heellooo daechwita dinlerken aklıma geldi yazayım dedim ben de okuyup destek olursanız çok sevinirim
ben aurora'dan kocaman öpücükler civcivlerim 🐥 💕
Hanbok: geleneksel kore kıyafeti
Hoseok'un giydiği 👇🏻
Katana: Özel Japon kılıcı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙙𝙖𝙚𝙘𝙝𝙬𝙞𝙩𝙖 | 𝙨𝙤𝙥𝙚
Fanfiction"Ölmeyi, en büyük arzularımla ben tarafından hak ediyorsun Min Suga."