1.Benden Alınanlar Ve Eriyip Yok Olanlar

55 15 4
                                    

"Çoğumuz düşündüğümüzden daha şanslı doğarız. Yitirene kadar nelere sahip olduğumuzu fark etmeyiz. Daima yanımızda duran ailemizin, halkımızın önemini ayırt edemeyiz. Bu bizim suçumuz değil çünkü doğduğumuzdan beri onlar hep yanımızdaydı..." bir kitapta okumuştum bu sözü, kaybettiğim gün anladım bunların hepsinin ne kadar doğru olduğunu...

...........................................

Yılın bu zamanları orman o kadar güzel olurdu ki; meltemde süzülerek düşen yapraklar, operadaymışcasına öten kuşlar, rüzgarın tenine dokunuşu ve o his... İçini kemiren, içten içe huzursuz olmana sebep olan, sana kalbinin en derininden yapmamanı söyleyen o his... Bugünün sabahında da tam böyle bir hisle uyanmıştım çünkü az sonra ailemden barbarca alınan krallığa hizmetli olarak çalışmaya gidicektim. Dürüst olmak gerekirse iş yeteneğim bir maymunun resim çizme yeteneğine denkti. Yine de o krallığa girmeliydim, girmeliydim ki zamanında aileme ve bana yapılan şeylerin intikamını alayım. Çünkü ben hayatta kalan tek kişiydim, ben kayıp prensestim.

...........................................

Alaca taşlı yolda atımla ilerliyordum. Rüzgar tenime sertçe çarpıyor kulaklarım ağaç yapraklarının hışırtılarıyla ile doluyordu. Tıpkı bale yapan iki kişinin birbiri ile olan ahengi gibi doğa da benimle, etrafındakilerle ahenk oluşturuyordu. Dikkat çekmemek için orman yolunu seçmiştim ve bayağı sakindi. Ara sıra geçen tüccarlar dışında kimseye rastlamamıştım. Yine de önlem olması için üstüme bir pelerin almış şapkasıyla da yüzümü gizlemiştim. Yol boyu planı kafamda tekrarlayıp duruyordum. Biraz daha ilerledikten sonra atımın kulakları dikleşti, o da fark etmişti. Yakınlarda birileri olmalıydı. Birkaç dakika sonra at arabası ve bir kaç askerin sesi duyuldu. Kim olduklarına bakmak için atımı o tarafa yönlendirdim. Ağaçların arkasından sindirellanın at arabasına benzer bir at arabası ile yığınla muhafız gözüktü. Siktir! Krallığın arabalarından biri olmalıydı. Tamamen aklımdan çıkmıştı ama bugün Prens Ateş köylüleri ziyarete gelecekti. Her yere boy boy poster astırıp çok önemi biriymiş gibi davrandığı için de herkesin haberi vardı. Benim gibi biri için inanılmaz bir fırsattı. Tek sorun asıl plana odaklanmam gerektiğiydi.  Çocukların ders gösterirken bir anda oyunla dikkatlerini dağıtmaları gibi benimde bir anda dikkatim dağılabiliyordu ki dağılmıştı bile...

 Atımın dizginlerinden tuttuğum gibi ters tarafa sürmeye başladım. Arka yoldan bir an önce köye gitmeliydim. Rüzgar yüzüme daha sert çarpıyor atımın üzerinde zıplıyordum. Bir kaç dönüşten sonra köyün kalabalığı gözükmeye başladı. Prens gelince ondan bir şeyler koparırız umuduyla bekleyen akbabalar gibiydiler. Gerçi onları da suçlayamazdım; kralın, krallığı ailemden aldıktan sonra halkı çok da umursadığı söylenemezdi. Hepsi aç ve sefil halde karın tokluğuna çalışan insanlar haline gelmişlerdi. Artık sadece soylu ve işçi sınıfı vardı ortası yoktu ve krallıktanz olanlar dışındaki herkes bu işçi sınıfına girmekle yükümlendirilmişti. Bazen hırsızlık yaparken kendime bunu hatırlatıyordum. Robin hood misali zenginden alıp fakire vermeye çalışıyordum, tabii bu her zaman mümkün değildi. Ama bugün elime güzel bir fırsat geçmişti. Köyün kalabalığını atlattıktan sonra dar, karanlık , kokuşmuş sokaklardan birine girdim. Ülkenin çok güzel olmasına karşın köyleri berbat haldeydi. Atımın  dizgininden yavaşça çektim ve durmasını sağladım. Bir ayağımı üzengiye koyup destek alarak aşağı indim. Yolun kenarında bulduğum tahta direğe atımı sıkıca bağladıktan sonra arkamı dönüp çatıya çıkabileceğim bir yer aramaya başladım. Köyün dar ve küçük olmasından sebebiyet  çatıların hepsi dip dibe ve evler tek katlıydı, bu da bana kolaylık sağlıyordu. Biraz bakındıktan sonra bir kaç kasa ve üstlerinde duran duvara bitişik su borusunu gördüm. Bir elimi yapış yapış olan boruya attım, ayağımı da kasalardan birine atıp kendimi yukarı çektim ve çatıya çıkmayı başardım. Çatıların üstünden yürüyüp kalabalığın en rahat gözüktüğü, yol kenarında bir evin çatısında yerimi aldım. Çıkmadan aldığım pelerinle yüzümü iyice gizleyip pusuda beklemeye başladım.  

Biraz vakit geçtikten sonra kalabalıktan sesler yükselmeye başladı. Halk Kızıl denizin yarılması gibi ortadan yarılarak gelen at arabasına yolu açıyordu. Araba dar yolda  ağır ağır ilerleyip durdu. Askerler daha önce provasının alındığı çok belli olan duruş düzenlerini yaptılar. Arabayı süren kişinin yanında oturan uşak olduğunu düşündüğüm kişi hızlıca arabadan indi ve kapıyı açıp yerlere kadar eğilerek selam verdi. Aracın içerisinin ne kadar süslü olduğu uzaktan bakıldığında bile fark ediliyordu. Prens asil bir şekilde gayet sakince arabadan indi. İnmesiyle beraber etrafındaki muhafızlar ve halk yerlere kadar eğilip selam verdi, prens de onları selamladıktan sonra ağır adımlarla dar sokakta yürümeye başladı ve bir kadının önünde durdu. Eğilip kadının eteğine saklanmış küçük kızı sevdi ve cebinden çıkardığı bir oyuncağı çocuğa uzattı. Çocuk çekinerek de olsa oyuncağı aldı ve anlık bile olsa o yorgun küçük yüzü gülümsedi. İçimde oluşan, kalbimi pır pır eden  sıcaklıkla ben de güldüm. 

Prens Ateş ailenin iki oğlundan küçük olandı. Abisi Denizin aksine tahta geçemeyecek olsa bile halk ile daha iyi anlaşıyordu. Kralın son zamanlarda daha da etkisini gösteren hastalığı yüzünden yatağa düşmesi sonucu abisi taht için hazırlıklara başlamıştı. Zaten uzun yıllardır kayıp olan kraliçe Milah ile krallık son zamanlarda zor dönemler geçiriyordu.

 Her ne kadar iki prensi de yakından görmemiş olsam da krala benzediklerini duymuştum. Biraz odaklanıp baktığımda prensin açık kahve saçları, zümrüt yeşili gözleri, kar gibi beyaz teni, yapılı bir vücudu ve boyunun da bayağı uzun olduğunu gördüm. Gerçeklikten koptuğumu hissediyordum. Peri masalından fırlamış gibi beni kendine çeken bir büyüye sahipti . Odaklan! Kafamı toparlayıp tekrar aşağı baktığımda prensin yaşlı bir kadınla köydeki sorunlardan konuştuğunu gördüm. Dikkatler dağınıktı ve tam fırsatımdı. Üstünde bulunduğum çatıdan, duran at arabasının üstüne atladım ve içerdeki deri küçük çantayı kaptığım gibi koşmaya başladım. Karşıma çıkan muhafızı omzumda sertçe ittirip koşmaya devam ettim. Yere düşen muhafızın bağırması üzerine diğer muhafızlar ve prens peşime takılmıştı. Ana yoldan ayrılıp daha dar bir ara sokağa girdim. Arkamdakilerin krallık muhafızı olduğunu düşündüğümüzde bu tür parkurlara alışık olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirdim. Başka bir dönüşten döndüm ve çıkmaz sokağa çıktım. Arkamdan prensin sesini duyuyordum. Koşarken muhafızlardan birinin burada dursa iyi olacağını söylediğini duymuştum ama prensteki inat kovalamaya devam etmişti. Çıkmaz sokağı görünce dönmek için yeltendim ama muhafızlar önlerinde prensleri ile beraber yolu kapamıştı. Yüzümü görme riskine karşın arkamı dönmeden duvara doğru koşmaya başladım. "DUR!" Duvardan destek alarak kendimi yine yukarı çektim ve çatıya çıktım. Muhafızların bunu yapamayacağına emin olduğumdan anlık rahatlamıştım derken bir ses duydum ve göz ucu ile arkama baktığımda prensin de bir şekilde çatıya çıktığını gördüm. Siktir, bunu nasıl başarmıştı? Çatıların üstünden hızla koşmaya devam ettim. Yakalanamazdım!




İlk bölüm bu şekildeydi. İlk kitabım olduğu için hatalar varsa üzgünüm. Umarım beğenmişsinizdir. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Sizce yakalanacak mı???

KAYIP PRENSES- Yeraltı krallığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin