Jimin ile bir kafeye girip,kahve siparişi verdik. Mesai saatleri içerisinde olmamıza rağmen Han nehrinde biraz vakit geçirmeye karar vermiştik. Şimdi ise ufak bir kafedeydik. Verdiğimiz siparişlerin hazır olmasını beklerken, onun tatlıların bulunduğu bölüme doğru ilerlediğini fark ettim. Çok geçmeden de gülümseyen suratı beni bulmuştu.
"Donut sever misin?"
Sorduğu sorunun ardından derin bir nefes aldım. Onun gibi gülümsemeye çalıştım. Çok uzun yıllardır birbirimizi tanıyor olmamıza rağmen hakkımda çok az şey bildiği yeniden aklıma geldi. Ben onun hakkında haddinden fazla şeyle biliyordum ama o tam tersi idi.
"Severim."
Başını olumlu anlamda sallayıp, eli ile onları işaret etti. "Hangisini almak istersin peki?"
Bir şey demeden oraya doğru ilerleyip tam yanında durdum. Rafta bir süre çeşit, renkli donutlar dizilmişti. Gözlerim en sonunda karamelli olanda durmuştu. Parmağımı camın üzerine koyarak,istediğim donut'u işaret ettim.
"Karamelli olan."
Jimin cevabımın ardından bir şey demeden donutlarıda sipariş etmişti. Kendisinede benimkilerin aynısından istedi. Çok geçmeden siparişlerimiz hazırlandı ve paketleri almamızın ardından kafeden çıktık.
Yan yana sessiz bir şekilde yürürken bakışlarım etrafta gezindi. Mesai saatleri içersinde olduğumdan kaynaklı olacak ki, her zaman oldukça kalabalık olan Han nehri şu an daha sakin görünüyordu. Bu saatlerde buraya gelme fırsatını sürekli bulamıyorduk bu yüzden kendimi bir an çok mutlu hissettim.
"Neden öyle gülümsüyorsun?"
Jimin'in sorusunun ardından şaşkın bir şekilde başımı iki yana sallayıp başımı ona doğru döndürdüm. "Öyle mi yapıyordum?"
Verdiğim tepkiye sesli bir şekilde güldü. O gülünce bende hafif tebessüm ettim. "Evet, farkında değil miydin?"
Ona cevap olarak başımı olumsuz anlamda salladım. Daha sonra aklıma gelen şeyle içimi bir endişe kapladı. O gülümsememi başka yerlere yormazdı değil mi? Bunun verdiği korkuyla kendimi açıklamaya koyuldum.
"Burayı kalabalık görmeyince mutlu oldum. O yüzden gülümsüyordum."
"Doğru sen kalabalık sevmiyordun değil mi?"
Kaşlarım havaya kalktı. Her hangi bir abartı tepki vermemeye çalışarak yalnızca ufak bir şekilde başımı olumlu anlamda salladım. Bunu ona ne zaman söylemiştim pek hatırlamıyordum.
"Şuraya oturmak ister misin?" Bakışlarım Jimin'in işaret ettiği tarafa kaydı. Nehrin hemen önünde boş bir çimenlik alanı gösteriyordu.
"Olur."
Olumlu cevabımın üzerine birlikte belirlediğimiz yere gittik ve çimenlerin üzerine oturduk. Bacaklarımı bağlayıp, bakışlarımı nehirde gezdirdim. Jimin'de poşetlerden az önce aldığımız atıştırmalıkları çıkarıyordu.
"Al bakalım." Kahvemi ve donutumu bana doğru uzattı. Onları elinden alıp, kucağıma koydum. Ardından da sütlü kahvemden bir yudum almıştım.
"Şu kahveyi sade sade nasıl içiyorsunuz hiç anlamıyorum." Dedim Jimin'in koyu renk kahvesini işaret ederek. Ani verdiğim tepkinin ardından güldü.
"Kahve dediğin böyle olmaz mı zaten? Seninki artık kahve sayılmıyor bence." Dedikten sonra o da benim kahvemi işaret etmişti.
"Haklı olabilirsin." Dedim omuzlarımı silkerek. "Ama bu mükemmel olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Kahvemden bir yudum daha alıp, gülümsedim. Ardından donutumdan da mutlulukla bir ısırık aldım.