Gün batımını vedalayan sahilde kumların üzerinde genç hayallerinin son bulduğunu anladığı, anladığı anda ağlayan; kocaman geyik gözlerine benzerliğiyle dikkat çeken, siyah saçlarının alnına düşüşüyle beraber güzel parmaklarıyla ittirişi ve ardından kalçalarını sürttüğü kumlarda denizin ona sunduğu tuz kokusunu ciğerlerine dolduran bu çocuğa aşığım ben.
Klişe olan bir bar kavgası arasında tanıştık ilk. Güzel kalçalarını saran beyaz kargo pantolonu, içine umursamazca sokulmuş kırmızı saten gömleği ve açıkta bıraktığı ilk üç düğme. Ben bu üçlüye Jeon Jungkook diyorum.
Bar ortamına zıt kalan hafif bir müzik dönüyordu, Lana Del Rey'den Summertime The Gershwin.
Çokça ayyaşın gözüne kestirdiği bar taburesinde oturuyordu. Bacağını diğerinin üzerine koydu, baldırları sıkıydı. Barmenin ona uzattığı bir kaç birayı dolgun dudakları arasında içeriye davet etti ve bir kaç damlanın dudağının kenarındaki mahşerden kaçmasına izin vermişti.
Gençliğinin baharında savrulan güzel bir çiçeğin kırılganlığını taşıyordu o gün.
Bar taburesi bir kaç defa bana doğru döndü, bir kaç kez göz ucu bana değdi, açıktaki göğsümü turlattığı göz bebeklerinin arsızlığı kasıklarımı sızlattı. Elinin kavradığı bardağı her dikişinde boynunun güzelliği ellerimi kaşındırıyordu,
şu an orası kavrayıp, boğmayı istediğim tek yerdi.Pis düşüncelerim dudağımın kenarına gülüş kondurdu, şeytanca.
Son kez yudumladı bardağı, bir kez daha döndü taburede. Kalçalarını az biraz sürttü oraya, dili dudaklarını turladığında ben ayaklanıp, onun yanına gidiyordum.
Titrek ellerimiz umutsuzca havalandı; onun ki boynuma, benim ki onun verimli toprağım dediğim; güzel çiçekler yeşerttiğim, bazen kasırgamla perişan ettiğim beline değdiği ilk zamandı.
Tam kapılarım aralıkken, içerisi benim kanımla kaynıyorken ve bu kadar şehvetle istediğim biri varken aniden arka masalardan biri barmenle kavgaya tutuşmuştu. Boş bardakların zengin gösterdiği masa devrildi, kavgayı başlatan ayyaş adam barmene doğru bağırarak konuşuyordu, barmen ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
Yanımda ki beyaz zulmüm şaşkınca araladı dudaklarını, ilk o an yangın yerine dönen dilimi ağzının ta içerisine soktum, üst dudağının verdiği mayhoşluğu damağıma dağıttım.
Etrafta bağırışlar ve dönen müziğin içerisinde kırılan bardaklar ve aynı zamanda zulmümün inlemeleri bana verilen en güzel vaftiz müziğiydi belki de. Sertçe haraket eden ben ve karşımda, ellerim altında dahasını isteyene karşı dayanamadım, elimin teki saten gömleğinin içerisinde munzurca haraket etti.
O sırada bir bardak da bizim şehvetli öpüşmemizin olduğu bar taburesinin oraya atılmıştı, önce öpücüğümle nefessiz kalan Jungkook korktu daha sonra onu bar masasına oturrtum, duramazdım şu an. Durmadık.
O günden beri sayısız kez o barda öpüşüp, seviştik, çok kez sarhoş olup dans ettik ve bir çok kez orada kavgalara karıştık.
Şimdi buradayız.
Onun bembeyaz teni güneş yanıklarıyla beraber süslenmişti, dudakları onu öpüşlerimle daha da şişkindi. En güzeli belki de dudağının altına, her gece günahımı affeylesin diye yalvardığım tanrının oraya benim için kondurduğu beniydi.
Boylu boyunca uzandığı kumların en nadide kum tanesiydi benim sevgilim; en güzeliydi o, hiçbir şeyiyle her şey olacak kadar.
Saç tutamlarına kadar sevdiğim ve aşkıyla beraber yandığım, alevleriyle beni korkutmayacak kadar güzel sevendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
summertime the gershwin - vkook
FanfictionYüce Tanrım senin ona verdiğin bir diğer güzel şey ise, duydukça duymak istediğim sesiydi. -Smutshot.