♑︎XL

158 17 5
                                    

Park Suji, henüz küçük bir kızken bir tek kardeşi Jisung'a sahip olduğunu düşünüyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Park Suji, henüz küçük bir kızken bir tek kardeşi Jisung'a sahip olduğunu düşünüyordu. Sevgisiz her gün başka bir kavga ile duvarları çınlayan bu evde bir tek yol arkadaşı kardeşi vardı.

Bu yalnızlığı Mark'ı tanıyana kadardı. Bir gün onu takip eden dağınık kuzgun karası saçlara sahip bu çocuğun, hayatında en büyük yeri kaplayacağını bilmiyordu.

Zamanla iki kişilik yalnızlıklarına çok konuşmayan ama gözlerinde derin bir hüznü saklayan Jaemin, sonra kafayı sadece şarkı söylemekle bozduğunu düşündüğü Hyuck, içine kapanıklığı ile ün salmış ama konuştuğunda da asla iğneleyici laflarından kaçınılmayan Renjun ve son olarak da her şeyi yumruklama potansiyeli olan ama güldüğünde ufak bir çocuğu andıran Jeno girdi hayatlarına.

Zaman ne tuhaf şeydi, diye düşünmeden edemiyordu. Bir vakte kadar hiçbir şeyim yok diyordu ama sonra her şeyim var demeye başlamıştı. Sahip olduğu bu dostlar düşse onunla ayağa kalkar, canı acısa onun için canlarını verirdi.

Zaman ne tuhaf şeydi, diye düşündü tekrardan. Babasına hiç sahip olmamış, annesi hiç gülmemiş, kardeşi hiç çocuk olamamıştı. Zaman geçtikçe evin içindeki şiddet artmış, kardeşi bir hastalığın pençesine düşmüştü.

Bir çocuk hasta olabilir mi, diye isyan etti. Bir çocuk hiç ölebilir mi?

Bunlar olması mümkün olmamalıydı ama oluyordu. Bir baba kötü olabiliyordu, bir anne toprağın altına gömülebiliyordu, bir çocuk kimsesiz kalabiliyordu ve buna da hayat diyorlardı.

Zaman ne tuhaf şeydi. Her şeyi verebiliyor ama alabiliyordu da. Ne hızlı geçiyor ne yavaş geçiyordu.

Adalet diye bir şey de yoktu üstelik. Bunu annesinin her gün babasından şiddet görmesine rağmen kimsenin bir şey yapmamasından anlamıştı. Asıl yaşamaması gereken kişi babasıydı ama bir gece sarhoş geldiği, o hiç yuva gibi hissettirmeyen dört duvar bir çatıdan oluşan evden çıkarken ellerinde annesinin kurumuş kanı vardı.

Hiç aile olamamışlardı. Babası umutlarını da söküp almıştı.

Babası ancak annesini öldürdüğünde hapse girdiğinde Jisung ve Suji teyzelerinin yanına verilmişti. Teyzeleri bir başına yaşayan ve zar zor geçimini sağlayan biriydi. Jisung'un hastalığı ise onu artık konuşamayacak raddeye getirdiğinde ona bu zor günleri atlatmasında yardım eden bir tek arkadaşları oldu.

Yaşadıkları zor hayata rağmen onun kardeşi için tedavisini karşılayacak parayı bulmaya çalışırlarken hayat onları bambaşka rüzgarlarla savurup durmuştu. Zorluklara rağmen ayakta kalmayı başarmışlardı ama Suji ne kadar zaman geçerse geçsin hiçbir zaman içindeki korkuyla mücadele edememişti.

Bildiği tek gerçek Mark Lee'yi sevdiğiydi. Onun da kendisine karşı duyguları olduğunu bilse dahi öyle bir korkuydu ki içinde yaşattığı, ne bir adım geri gidebiliyor ne de geriye gidebiliyordu. Ayaklarına dolanıyor, nefesini kesiyor, onu bir başına bırakıyordu.

Don't Wake Me Just YetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin