(Gece 02.38 Suları – Tarlabaşı)
Saatlerdir neşeyle, açlıkla yemek yiyen çocukları izliyordum. Çocukların üstlerindeki kıyafetler eski püskü, her yeri yırtıktı. Onlara baktığımda kendimi görüyordum sanki. Günlerce, aç kaldığım geceleri, gördüğüm hayatlar geçiyordu gözümün önünden.
Aralarında on yaşından büyük yoktu bile.
Düşünüyordum... Bu çocukların şuan sıcak evlerinde oturmuş, anne ve babasıyla televizyon izlemesi gerekmiyor muydu diye düşünüyordum. Ya da ellerinde çakılarla değil de, oyuncak ayılarla, ölüm korkusundan uzakta, renkli rüyalarla uyumaları gerekmiyor muydu?
Onlar diğerleri gibi değildi, bir kere kaygıları bambaşkaydı. Onların ki hayatta kalmaktı. Hangi çocuğun kaygısı olmalıydı hayatta kalmak? Ya da karnını doyurmak.
Onlar çocuk değildi, çocuk kılığındaki, sokak sakinleriydi. Çocukluktan çok uzaktı onlar.
Tekrar baktım yemek yiyen küçük bedenlere, masumdular, hem de çok masum.
Biraz sonra tanıdık, minik beden yanıma koşuşturdu ve yerini aldı. Onlar benim ailemdi. Ben kimsesizdim, onlar kimsesizdi. Kimseydik birbirimiz için, kimsesiz kalmamak için.
Aralarından birinin sesini duyduğumda, sessizlik oluşmuştu.
"Ahu abla..." dedi Eren. Aralarından konuşmayı en çok seven oydu.
"Hm..." dedim mayışmış bir sesle.
"Sende çok üşür müydün küçükken?" dedi merakla.
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve oturduğum yerde dikleştim.
"Üşürdüm..." dedim. Ve ekledim:
"Ama benim bana sarılacak kimsem yoktu. Ama bak, senin bir sürü kardeşin var" dedim umut vermek için.
Gözlerime dikti ela gözlerini, ardından kaşları çatıldı.
"Ama Elisa kardeşim değil. O üşüdüğünde, mavi beremi onun kafasına takıyorum, o da gülümsüyor" dedi sevinçle.
"Seviyor musun onu?" dedim.
"Seviyorum... Hem onun gözleri çok güzel. Ben çok karanlıkta kaldım ama onun gözleri en güzel karanlık..." dedi büyülenmiş gibi.
Gülümsedim ve saçlarını okşadım. On yaşındaki bir çocuğun kalbi o kadar büyüktü ki, omuzlarından büyük yükleri sırtlıyordu. Esen rüzgâra karşı hızla yerimden kalktım ve Eren'in de elini tuttum.
Ardından az ilerideki çocuklara karşı bağırdım.
"Hadi gidiyoruz..." dediğimde, hiç biri nereye dememiş, peşime takılmıştı.